Tarihçi Talha Gönülalan’ın Lale Devri Hakkındaki araştırması…
Öncelikle bu araştırma hakkında şunları söylemek yerinde olacaktır. Bu çalışma Talha Gönülalan tarafından hazırlanan akademik bir çalışmanın özetidir. Bu nedenle bu çalışmayı aynen ödev olarak kullanmamanız bunun yerine tamamını inceleyerek yararlanmanız önemle rica olunur. Lale Devri ile ilgili bu yazıdan başka diğer yazılar da sitemizde bulunmaktadır. Arama kutucuğundan aratabilirsiniz. Ayrıca Lale Devri hakkında daha detaylı bilgileri http://www.tarihonline.com linkine tıklayarak bulabilirsiniz. Farabi hakkında bir çalışmanız varsa buradaki çalışmadan da yararlanarak kendi özgün çalışmanız için bir örnek teşkil etmesini sağlayabilirsiniz. Fakat bilinmelidir ki bir konuyu en iyi öğrenme yollarından birisi kendi ifadelerinizle özgün bir çalışma ortaya çıkarmanız olacaktır. Bu aynı zamanda size haz verecektir. Ortaya çıkan yeni çalışmanızı da bizimle paylaşmanız durumunda WWW.HAYHAY.NET veya www.tarihonline.com sitemizde inceleyerek isminizle yayınlayabileceğimizi belirtmek isteriz.
www.munazara.net Yöneticisi
LALE DEVRİ
GİRİŞ
Osmanlı Devleti tarihinde, Sultan III. Ahmet’in son 12 yıllık saltanatını, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın da sadrazamlık (1718-1730) yıllarını kapsayan Lale Devri Osmanlı tarihinde eşi benzeri olmayan kısa bir yenilik dönemi olarak dikkat çekmektedir. Osmanlı Devleti’nde Batılılaşma sürecinin ilk adımlarının atıldığı bu dönem devletin ve halkın dışa açılmasının ve tüketime yönelmesinin yoğun olarak yaşandığı bir dönemdir.
Özellikle 1683’teki Viyana bozgunundan sonra da bir dizi savaş ve bozgun felaketi yaşayan Osmanlı Devleti, bu durumdan sosyal ve ekonomik olarak olumsuz yönde etkilenmiş halk tabanındaki dengeler bozulmuştur. Bundan sonra meydana gelen Karlofça Antlaşması, Edirne Olayı, Prut Savaşı ve son olarak 1718 yılındaki Pasarofça Antlaşması da bozulan dengelerin daha da kötüye gitmesine sebep olmuş ve Osmanlı Devleti hem dış ilişkilerinde hem de içerde büyük yara almıştır.
Bu dönemde dönemin padişahı olan III. Ahmet’in Pasarofça Antlaşması’ndan sonra sadrazamlığa getirdiği Damat İbrahim Paşa ile Osmanlı Devleti tarihinde yeni bir dönem başlattıkları görülmektedir. Dönemin simgesi olan “lale” çiçeğinden dolayı “Lale Devri” adı verilen bu dönem 1718-1730 yılları arasında yaşanmış, 12 yıllık bir zaman diliminin ardından Patrona Halil İsyanı ile son bulmuştur.
Bu devirde devrin başlıca özelliğini oluşturan ve yılın bütün mevsimlerine yayılan eğlenceler devamlı tertip edilir hale gelmiş, savaşlardan ve siyasi gelişmelerden bir nebze uzaklaşılmış, sanat ve bilimde önemli gelişmeler yaşanmış, Batılılaşma sürecinin başlangıcı sayılabilecek bir olay olan geçici elçilikler oluşturulmuş ve ayrıca Osmanlı Devleti’nin sonraki dönemlerine de iz bırakabilecek bir gelişme olan matbaa kurulmuştur.
Çeşitli imar ve ıslahat faaliyetlerinin yoğun olarak yaşandığı Lale Devri, kapıların Avrupa kültürüne aralandığı bir devir olmasının yanı sıra kağıt ve çini fabrikaları gibi fabrikaların kurulduğu, yerli sanatların gelişmesi için tedbirlerin alındığı, Avrupa’ya öğrencilerin gönderildiği ve tıp alanında da yeni gelişmelerin sağlandığı bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bütün bunlarla birlikte “Lale Devri” adı ilk olarak Yahya Kemal Beyatlı tarafından önerilmiş, dönemi inceleyen yazar Ahmed Refik Altınay’ın incelemelerinin sonucunda oluşturduğu ve bu dönemi konu alan eserinin ismini “Lale Devri” olarak koymasının sonucunda dönemin ismi de konulmuştur. Ayrıca Musahipzade Celal 1914’te yazdığı, III. Ahmet’in yaşamını konu alan operetine yine aynı ismi uygun görmüştür. Bunların sonucunda devrin meşhur çiçeği olan laleden esinlenilerek 1718-1730 tarihleri arasındaki bu devreye “Lale Devri” adı verilmiştir.
I – LALE DEVRİNDEN ÖNCE OSMANLI DEVLETİ
A-) 1683 VİYANA BOZGUNUNDAN KARLOFÇA ANTLAŞMASINA KADAR
16. yüzyılda ve özellikle de Kanuni Sultan Süleyman devrinde tekamülünün zirvesine erişen ve dünyanın en büyük devleti haline gelen Osmanlı Devleti, bu dönemden sonra büyük bir duraklama devrine girmişti. Bu dönemden sonra tahta çıkan bazı padişahların beceriksiz olması bazılarının ise küçük yaşta veya sağlıksız olmasının yanı sıra devletin girmiş olduğu devamlı ve uzun savaşlar temel müesseselerde, sosyal hayatta, idare ve maliyede olumsuz tesirlere yol açmıştı. Osmanlı devlet sisteminin bütün unsurlarını derinden etkileyen iktisadi, sosyal ve siyasi amillerin hazırladığı bu değişme dönemi ayrıca Osmanlı gaza ve fetih ideolojisinin giderek tesirini kaybettiği bir devreyi işaret eder. Bütün bunların sonucunda Osmanlı Devleti artık Orta Avrupa’daki mevcudiyetini koruma mücadelesine girmiştir.
İşte 17. yüzyıla gelindiğinde bu sıkıntılar içerisinde bulunan Osmanlı Devleti, bir çok çare aramış fakat sonuca ulaşamamıştı. Birçok padişah ve sadrazam değişikliğine rağmen -Köprülüler devri haricinde- gerekli adımlar atılamamıştı. Yine de Köprülü ailesinden sadarete geçenlerin yaptıkları hamlelerle kısmen bir toparlanma devrine girilmişti. Daha sonra Köprülü Mehmet Paşa’nın damadı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın sadarete gelmesi ise Osmanlı Devleti’nin fetih gücünü yeniden harekete geçirmişti.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın gayesi yeniden canlanan gaza ideolojisini sürdürmek için önemli bir hedef seçmekti. Böyle bir hedefe ulaşmayı sağlayacak önemli bir fırsatın doğması seferi gündeme getirdi. Hedef Viyana, fırsat ise Orta Macar Krallığı Meselesi idi. Buradaki Protestan Macarlar, Koyu Katolik Habsburg baskısıyla karşılaştı ve Protestanların lideri Tököli İmre, İstanbul’a başvurdu. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, savaş hazırlıklarına başladı.
1683 Temmuz’unda Viyana’ya giden Osmanlılar şehri kuşatmaya aldı. Habsburglular ise Portekiz, İspanya, Lehistan ve çeşitli Alman prensliklerinden yardım sağlamışlardı. Osmanlılar şehri çok şiddetli savunmalarına rağmen bir sonuç alamamışlardı. Özellikle Lehistan kralı Jan Sobiesky’nin savaş alanına gelmesi ile Alman-Leh ortak kuvvetleri Osmanlı ordusunu bozguna uğrattı ve Osmanlılar Eylül 1683’te geri çekildiler. Belgrat’tan sonra Estergon’da direnmeye çalışan Osmanlı kuvvetleri başarısız oldu ve Avrupalılar Osmanlıları geri attılar. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, düşmanı durdurmaya çalıştıysa da saraydaki düşmanları padişaha Kara Mustafa Paşa’nın başarısız olduğunu telkin ettiler ve bunun sonucunda Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sadrazamlıktan azledildi ve Belgrat’ta öldürüldü(15 Aralık 1683).
Viyana bozgunundan sonra Osmanlıların ne denli zayıflamış olduğunu anlayan Avrupa saldırıyı ele aldı. Osmanlılar toplayabildikleri ordularla aynı anda Macaristan, Bosna ve Sırbistan’da Habsburglularla; Ukrayna’da Lehistan’la; Dalmaçya, Arnavutluk ve Mora’da Venediklilerle; Kırım ve Prensliklerde ise Ruslarla savaşmak zorunda kaldı.
Bu devletlerle yapılan mücadeleler sonucunda Uyvar, Budin ve Belgrat’a kadar bütün Macaristan Habsburgluların eline geçti. Venedik, Mora adasını işgal etti. Bütün bunlarla birlikte Avusturya’ya karşı 1697’deki Zenta yenilgisi her şeyin sonu oldu ve Köprülü ailesinden Amcazade Hüseyin Paşa, barış için görevlendirildi.
Osmanlıları saldırıdan savunmaya geçmesini simgeleyen Karlofça Antlaşması ile Macaristan ve Erdel Avusturya’ya; Dalmaçya, Mora ve önemli Ege adaları Venedik’e; Podolya ile Güney Ukrayna Lehistan’a; Azak yarımadası ile Dinyester’in kuzeyi Rusya’ya verilmişti(1699).
B-) EDİRNE OLAYI VE III. AHMET’İN TAHTA ÇIKMASI
Viyana bozgunundan sonra Osmanlının içine düştüğü bunalımın sonucunda meydana gelen Edirne Olayı’nın sebebini padişah II. Mustafa’nın üzerinde büyük tesiri olan Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin devlet işlerine müdahalesi teşkil eder.
Bu dönemde önemli kademelere kendi adamlarını getiren Feyzullah Efendi’ye karşı tepkiler çıkmıştı. Ayrıca II. Mustafa’nın da Edirne’de bulunması İstanbul halkının tepkisini çekmekteydi. Bunun üzerine İstanbul’da cebecilerin, yeniçerilerin, seyyidlerin ve medrese talebelerinin katılımıyla büyük bir isyan çıktı ve bütün İstanbul’a yayıldı. Bunun ardından isyancılar Edirne’ye yöneldiler. Bu durum üzerine II. Mustafa tahtı kardeşi III. Ahmet’e bırakmak zoruna kaldı. Kaçmaya çalışan Feyzullah Efendi de yakalanarak katledildi.
III. Ahmet’in tahta çıkmasıyla ise yeni bir dönem başlamıştı. Bu dönemden sonra hiçbir Osmanlı padişahı İstanbul’u uzun süre terk edip Edirne’de oturmamıştır. III. Ahmet’in ilk devirlerinde isyancıların devlet yönetiminde etkileri görülmüş fakat daha sonra padişah duruma hakim olmuştur.
C-) PRUT SAVAŞI VE ANTLAŞMASI
IV. Mehmet’in ve Rabia Emetullah Gülnuş Sultan’ın oğulları olan III. Ahmet, tahta çıktıktan sonra kendi karakterine uygun olarak savaşlardan uzak durmaya çalışmıştır. 18. yüzyılın başından itibaren İsveç ile Rusya arasında çıkan savaşlara katılmayarak tarafsızlığını koruyan III. Ahmet, İranlılarla da dostluk kurmuştur. Fakat Ruslara yenilen İsveç kralı 12. Şarl’ın padişahtan habersiz bir şekilde Çorlulu Ali Paşa’nın yardımıyla Osmanlı’ya sığınması Rusya’nın Osmanlı’ya saldırmasına sebep olmuştur. Bunun üzerine Sultan III. Ahmet de Ruslara savaş ilan etmiştir.
İleride Prut Seferi adını alacak olan bu savaş ordunun 1711’de İstanbul’dan hareketiyle başlamıştır. Bu savaşta Baltacı Mehmet Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu Rus kuvvetlerini yenmiş ve 23 Temmuz 1711’de Prut Antlaşması imzalanmıştır. Fakat bu antlaşmanın bazı maddeleri uygulama alanına geçmemiştir. Bunun üzerine 1713’te Edirne’de Ruslarla yapılan ikinci bir antlaşma, antlaşmazlıklara bir süre son vermiştir. Osmanlı Devleti böylece Azak ve çevresini geri almıştır.
D-) PASAROFÇA ANTLAŞMASI VE DAMAD İBRAHİM PAŞA’NIN SADRAZAMLIĞA GETİRİLMESİ
Prut’ta Rus ordusunu bozguna uğratan Osmanlı Devleti, dikkatini otuz yıldır Mora’yı elinde bulunduran Venedik’e çevirdi. Venedik’in Doğu Akdeniz’deki üstünlüğünü kaybetmesini fırsat bilen Osmanlılar Mora’nın büyük kısmını ele geçirdiler. Venedik’in bu yenilgisi üzerine Avusturya büyük telaşa düştü ve 1716’da savaşa girdi. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, Avusturya’ya sefer açtı ve bu sefer başarısızlıkla sonuçlandı. Ardından Petervadin bölgesinde 1717’de yaşanan yeni bir bozgun sonrası bu dönemlerde önemi artmış olan Belgrat düştü.
Bu sırada Osmanlı Devleti’nin acilen barış yapmak zorunda olduğunu gören III. Ahmet, ikinci vezir rütbesiyle rikab kaymakamı olarak İstanbul’da bulunan Damat İbrahim Paşa’ya sadrazamlık teklif etti. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın bu teklifi kabul etmesi üzerine kendisi 9 Mayıs 1718’de yeni sadrazam oldu.
İlk iş olarak Avusturya ile savaşa son verecek barış görüşmelerini ele alan Damat İbrahim Paşa, Pasarofça Antlaşması’nı 21 Temmuz 1718’de Avusturya ve Venedik ile Osmanlı Devleti adına imzaladı. Bu antlaşma ile Venedik toprak kaybından kurtulamadı, fakat Avusturya Temeşvar, Küçük Eflak ve Belgrat’ı alarak Karlofça’da elde etmiş oldukları kazançlarını arttırdılar.Bununla birlikte Osmanlı Devleti, 16. yüzyıldan beri hedeflediği Macaristan’ı büsbütün kaybetmiş oldu.
Pasarofça Antlaşması ile birlikte Osmanlı Devleti’nde yeni bir dönem başlamış olmaktaydı. Nitekim bu çok müreffeh bir devir olacak ve 12 yıl sürecekti. Lale Devri adı verilen bu devrin baş kahramanları ise padişah III. Ahmet ve sadrazam Damat İbrahim Paşa idi. Zira her ikisi de kaybedilen toprakları geri almak için sefer peşinde koşacak yapıya sahip değillerdi.
II . LALE DEVRİNİN GENEL YAPISI
A-) DEVLET İDARESİ VE SALTANAT
İstanbul’da Batılılaşma sürecinin ilk adımlarının atıldığı Lale Devri’nin başlamasını bildiren ilk renkli olay 15 nisan 1719’da, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın, zamanın padişahı III. Ahmed’e Kağıthane’de verdiği ziyafet oldu. Ertesi yıl ise İbrahim Paşa’nın Beşiktaş’taki sarayında düzenlenen ikinci ilkbahar ziyafeti ile Lale Devri’nin ilk lale eğlenceleri veya lalezar seyranı gerçekleştirilmiş oldu.
Sultan III. Ahmed’in damadı olan Damat İbrahim Paşa, özellikle Pasarofça Antlaşması’ndan sonra uyguladığı politikalarla farklı bir sadrazam olarak dikkat çekmeye başlamıştı. Özellikle padişah III . Ahmed gibi savaşı sevmeyen ve barıştan hoşlanan yapısı ile yeni bir dönemi başlatacağının haberini veriyordu. III. Ahmed de damadı ve sadrazamı gibi eğlenceye düşkün bir kişi olduğundan kendisine göz yumuyordu. Nitekim bu dönemde iktisadi ve sosyal meselelere ve yenilik hareketlerine son derece önem verilmiştir. Bu dönemde ülkeye getirilen çeşitli yeniliklerin yanı sıra sanatkarların ve edebiyatçıların korunup himaye edilmesi III. Ahmet’e ve Damat İbrahim Paşa’ya ayrı bir yer kazandırmaktır.
Bu devirde özellikle Sadrazam Damat İbrahim Paşa, yönetimdeki etkisinden dolayı bir çok icraat yapmış ve bu devre damgasını vurmuştur. İstanbul ile sınırlı kaldığı gözlenen yenilikler Damat İbrahim Paşa’nın gayretleriyle olurken onun akıllı politikası sonucu Sultan III. Ahmet, zevk ve eğlence ile meşgul olmuştur.
Damat İbrahim Paşa, Lale Devri’nin başlaması ile birlikte büyük bir imar faaliyetine girişip mektepler, kütüphaneler, köşkler, yalılar, çeşmeler ve bahçeler yaptığı gibi şehrin tanzimine de son derece önem verdi. Özellikle sık sık meydana gelen yangınlardan dolayı ahşap binalar inşa edilmemesi için özen gösterdi. Ayrıca devamlı İstanbul çarşılarını dolaşıp ekmeklerde ve diğer ürünlerde yapılan sahtekarlıkları kontrol etmeye başlayan Damat İbrahim Paşa gördüğü haksızlıklar nedeniyle bir çok İstanbul Kadısı’nı azletti.
Damat İbrahim Paşa, geniş imar faaliyetlerinin yanı sıra İstanbul’da pek ziyade sarf olunan kahve ticaretini de düzenlemeye gayret etti. Yemen, Cidde ve Mısır yoluyla İstanbul’a gelen kahve burada dağıtılmaktaydı. Bir müddet sonra ise Mısır’dan Avrupa’ya kahve ihracatı yasaklandı. Bunun üzerine Avrupalılar Yemen’e gemiler sevk ederek kahveyi mahallinden yüksek fiyatlarla satın aldılar. Böylece Mısır’a kahve gitmesine engel oldular. İbrahim Paşa, bu durumu düzeltmek için Yemen İmamına Name-i Hümayun gönderdi. Kendisi böylece Avrupalılara kahve satılmasını engellemeye muvaffak oldu.
Damad İbrahim Paşa, III.Ahmet’in hoşgörüsünden de yararlanarak devlet yönetiminde en önemli güç haline geldikten sonra diğer konularda da faaliyet göstermeye başladı. İbrahim Paşa’nın kendisini gösterdiği en önemli devlet reformları ise idari olandan çok ekonomik mevzulara ilgiliydi.nitekim Osmanlı Devleti’nin kendinden önce katılmış olduğu savaşlarda kaybettiği toprakları tekrar almak isteyen bir yapısı olmayan İbrahim paşa daha çok içtimai,mali ve imari işlerle uğraşmak istiyordu. Artık savaşların yapılmayacağı Lale Devri’ne girmeden önce kendisi bazı tasarruf tedbirleri almak için çaba sarf etti. Önce Şam’da bulunan yeni çerileri yoklamaya tabi tutarak sayılarını 750’ye indiren İbrahim Paşa, İstanbul’da yaptırdığı yoklamalarda da sadece asker ulufelerinden 1500 keselik bir tasarruf sağladı. Bazı vergi muafı küçük esnafa da vergi yükledi. İbrahim Paşa, ayrıca bazı mukataaları yeniden tahrir ettirdi. Damat İbrahim Paşa’nın bu tedbirleri sayesinde bütçe açığı giderek azaldı ve hatta 1721 yılında bütçe 5675 divani keselik bir fazla ile kapandı.
Sadrazam İbrahim Paşa, bu sırada Anadolu’da yol kesip şikayetlere sebebiyet veren levend eşkıyası hakkında da bazı tedbirler almakta gecikmedi. Anadolu’daki bütün vali, beylerbeyi ve ümera görevlilerine gönderilen fermanlarda herkes kendi bölgesinin disiplini ve emniyetinde sorumlu tutuldu. Bundan başka, Halep ve civarında ahaliye zulmedip eşkıyalık yapan, Abbasiyun taifesi ile diğer bazı urban kabilelerinin hakkından mahalli vali gelememişti. Damat İbrahim Paşa ,devlet ricali ile yaptığı toplantı sonunda Rakka valisi Ali Paşa ile Bağdat valisi Hasan Paşa ve civar eyalet valileri, bu isyanı bastırmakla görevlendirildiler.
Bu dönemde bu gibi olumlu gelişmelere rağmen genel olarak ülkenin sosyal sefaletini önleyecek ciddi tedbirler almak yerine daha çok zevk ve sefaya önem verilmiştir. Bunun sonucunda devlet idaresinde çok büyük aksaklıklar meydana gelmiştir. Nitekim zevk ve eğlence için bir çok saraylar ve bahçeler inşa ettiren Damat İbrahim Paşa ile birlikte devletin önde gelen memurları da gösterişe önem verdiler. Özellikle devletin önemli kademelerinde Fransa sempatizanlığına bağlı olarak Fransa kralı ile çevresindekilerin yaşantıları kopya edilmeye başlandı. Bununla birlikte vezirler de efendilerini taklit ederek Osmanlı toplumundaki ayrıcalıklı yerlerini korumaya çalıştılar.
Lale Devrin de devlet idaresinde bu denli bozukluklar görülürken özellikle devletin önde gelen yöneticileri başta padişah III. Ahmet olmak üzere sanatçıları, bilim adamlarını ve şairleri korumaya ve taltif etmeye özen gösterdiler.
Osmanlı Devleti’nin yönetimde zevk ve eğlenceye düşkünlüğün arttığı bu dönemde görülen bir başka özellik ise İstanbul’a özellikle Avrupa dan ve diğer memleketlerden kalabalık mahiyetli elçilerin gelmesi olmuştur. Devlet yönetiminde artan lüks yaşantıya paralel olarak kentteki daimi Fransız,İngiliz,Venedik,Avusturya elçileri ve kapı kethüdaları da lüks yaşam ve şölen yarışına girdikleri gibi gelen elçiler içinde çok şatafatlı törenler ve görkemli olaylar düzenlenmiştir. Osmanlı devlet adamları ile yabancı devlet elçileri arasındaki samimi diyaloglarda ilk kez bu devirde yaşandı ve bunun bir sonucu olarak bir takım görenekler benimsendi. Fransa siyasetinin Babiali de etkin olması süreci ve alafrangalık bu yıllarda başlamıştır.
Osmanlı devletinde 1718 yılında imzalanan Pasarofça Anlaşmasından sonra başlayan Lale devrin de devlet idaresinde görülen en önemli gelişmelerden biriside yeni saraylar ve kasırlar yaptırma adetinin yaygınlaşmış olmasıdır. Bunlar içinde Damat İbrahim Paşanın III.Ahmet’in eğlenmesi için yaptırdığı Sadabad müstesna bir yer teşkil eder. İstanbul’un en güzel semtlerinden biri olan Kağıthane de 28 Mayıs 1722’de temelleri atılan bu sarayın inşası gerekli malzeme pek çok masraf yapılarak elde edilebilmiştir. Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin Paris’ten getirdiği Versay sarayının resimleri örnek alınarak yapılan bu sarayın inşası 60 gün yani iki ay sürdü. Parlak bir törenle 31 Temmuz 1722 de sarayın açılışı yapıldıktan sonra da Sultan III.Ahmet’in saraya girip, sarayı beğenmesi şüphesiz en çok Damat İbrahim Paşayı mutlu etmiştir. Nitekim III. Ahmet’in hayatından memnun olması Damat İbrahim Paşa’nın gücüne güç katmış ve İbrahim Paşanın yeni icraatleri için zemin hazırlamıştır.
Kağıthane de yapılan bu saraya Sadabad isminin verilmesinden sonra da gerek Sadabad ‘daki kasırlar, gerekse diğer köprü ve yalılar da şairine isimlerle adlandırılmaya başlandı. Bunlar arasında Kasr-ı Neşat , Kasr-ı Cinan , Çeşme-i Nur , Hurrem-abad , Cisr-i Nurani , Hayr-abad , Nev-peyda gibi isimler kasırlara , yalılara ve köprülere verilmekteydi.
İşte Osmanlı Devleti’nde ismini lale çiçeğinden alacak olan lale devrinin başlamasıyla yüksek devlet kademelerinde de böyle bir zevk ve eğlence devri başlıyordu. Savaşların olmayacağı ve barışın egemen olacağı bu devirde halk ise devletin yüksek kademelerinde yaşanan eğlence ve şatafatın aksine yoksuldu ve her geçen gün biraz daha ezilmekteydi. Bununla birlikte İstanbul da yaşayıp maddi imkanları fazla olan insanlar da kendilerini lale eğlencelerine kaptırıyorlardı.
B-) LALE SAFALARI VE İHTİŞAM
III.Ahmet’in Damat İbrahim Paşayı 1718 yılında sadrazamlığa getirmesiyle başlamış olan Lale Devri ismini bilindiği gibi dönemim simgesi olan “lale”den almıştır. Bununla birlikte bu dönemde lale hiçbir şeyle kıyaslanmayacak düzeyde değer kazanmış ve özellikle padişah III.Ahmet ve Damat İbrahim Paşa tarafından sarayda çok tutularak dönemin çiçeği olmuştur. Sarayda ve yüksek kademeli görevliler arasında bu derece tutulan lale, halk arasında da büyük itibar görmüştür. Hatta isteklerini veya işlerini yaptırmak isteyen insanlar için bir rüşvet kaynağı olmuştur.
Osmanlı Devleti’nde yaşanan bu Lale Devri’ne kadar ne bu ülkede nede başka bir memlekette yaşanmayan bir şekilde bu döneme adını veren lale çiçeği bu kadar büyük rağbet görmemiştir. Nitekim Lale Devri’nin başlamasıyla birlikte özellikle İstanbul da yaşayan geniş halk yığınları arasında da devletin üst düzey yöneticilerine nazire yaparcasına şenlikler ve eğlenceler yapılmaya başlanmıştır.
Bu şenliklerde özellikle lale çiçeğinin çok kullanılması dikkat çekmektedir. Özellikle haftanın tatil olan günlerinde toplanan insanlar değişik şekillerde eğlenme fırsatı bulmuşlardır. Bu eğlenme şekillerinden birisi şöyleydi , önce insanlar geniş lale tarlalarına kristal fanuslar, aynalar yerleştirirler yer yer de bu fanusların içine en değerli laleleri koyarlardı. Gece karanlığının çökmesiyle birlikte lalelerin de renkleri değişmekteydi. Bunun yanı sıra bir de müzik faslı gerçekleşmekteydi. Ayrıca eğlenceye gelmiş olan konuklara inciler, altın ve gümüş hediyeler verilmekteydi. Bu eğlenceler ile lale , önceleri gündüz çiçeği iken artık bir gece çiçeği de olmuştu.
Bunlara ek olarak İstanbul da başlayan lale merakının hem gün geçtikçe arttığını hem de diğer memleketlere yayıldığını söyleyebiliriz. Bu devirde Avrupa’nın her köşesinde İstanbul a muhtelif cinste ve muhtelif renkte laleler getirilmekteydi. Bu şekilde İstanbul a gelen laleler yüksek fiyatlara alıcı bulmaktaydı. Yine lalelerin bu derece değer bulması da halk arasında da müsabaka hissi hasıl etmekteydi. Herkes lale yetiştirmeye ve yetiştirdiği lalelere de şairane isimler bulmaya başlamıştı. Bununla birlikte lale ticareti , İstanbul da bir sanat haline gelmişti.
Birkaç yıl içinde doğan bu renkli ortamın büyüleyiciliğinde İstanbul da yeni bir yaşam başladı. Lale eğlenceleri ve lale seyranına çıkma geleneği,Boğaziçi’den Kağıthane’ye , sur dışındaki Vezir bahçesinden Eyüp sırtlarına, hatta bentlere kadar çok geniş bir alanda yapılıyordu. Bununla birlikte kır tutkusu da çok ciddi yayılma alanı bulmuştu. Herkeste dışa açılma,seyrana çıkma hevesi doğmuştu. Fakat Çırağan eğlenceleri ve helva sohbetleri padişahın ve sadrazamın başını çektiği çok seçkin ve yüksek bir zümreye mahsuptu. Nitekim maddi imkanı çok fazla olan yönetici sınıftan yüksek devlet memurları eğlenceler tertip etmek için birbirleriyle kıyasıya rekabete giriyorlardı.
Sadabad eğlenceleri , özellikle buraya düzenlenmeye başlayan beylik gezmeleri İstanbul halkının dışarı çıkmasına ve tatil günlerinde insanların Kağıthane’ye gitmek için heveslenmesine neden oldu. Erguvan ağaçlarının kokulu gölgeleri altında “meclis-i uşşak”lar kurulması , “sur-ı baharlar”düzenlemesi , saz fasılları , gün boyu süren eğlenceler alışkanlık oldu. Sadabad sarayını görmek için seyrana çıkanlar ,karadan,yaldızlı,kafesli arabalara,haliç suyolundan ise çiçek sepetleriyle süslü kayıklara binmekteydiler. Bununla birlikte haliç suları da “gavvaslık”da (yüzme yarışları)bu devrin bir geleneği olarak doğdu. Seyrana gelenler ise çoğu zaman,sınıf ayrılmalarına göre,kürkçüler,kuyumcular v.b gruplar oluşturarak oturmaktaydılar.
Özellikle İstanbul aristokrasisinin eğlenceleri Sadabad eğlence ve ziyafetleri resmi bir mahiyet de kazanmıştı. Devlet erkanı bu ziyafetlerin üyeleri sayılacak davet edilmeden gelirler ve protokole göre padişahı Mirahur Köşkünde beklerler ve büyük merasimle karşılarlardı. Sultan 3. Ahmet buraya büyük bir alay ile gelirdi. Bununla birlikte bu alaylar ve ziyafetler yalnız Sadabad’la da sınırlı değildi. Bendler de , çifte havuzlar da , değişik yalı ve kasırlarda da büyük merasimler verilmekteydi.
Bu eğlenceler en çok İstanbul’un güzel semti Kağıthane de yapılırken zaman olarak bahar ayları seçilmekteydi. Nitekim baharla beraber , bütün İstanbul tepeden tırnağa lale bahçesine dönmekteydi. Bahçelerde laleler , İstanbul’u mükemmel bir şekle sokuyordu. Herkes lale üretirken, bu devletin üst kademelerinde de yaşanmaktaydı. İflah olmaz bir lale tutkunu olan Damat İbrahim Paşa da bu tutkusunu “Asafi”adını verdiği yeni bir lale türünü elde ederek perçinlemişti.
Görüldüğü gibi bir barış dönemi olarak görünen lale devrinde özellikle devletin en üst kademelerinden başlamak suretiyle halk tabakasına inen lale eğlenceleri genellikle İstanbul sınırları içerisinde kalmıştır. Bunun nedenlerinden bir tanesi de geniş halk kitlelerinin maddi konularda çektiği sıkıntılardır. Nitekim büyük maddi imkanlara sahip olmayan ve geçim derdiyle meşgul olan insanlar, devletin üst kademelerinde ve aristokrasi kısmında görülen zevk ve eğlence hayatına yavaş yavaş tepki vermeye başlamışlardı.
III- LALE DEVRİNDE GÖRÜLEN YENİLİKLER
Osmanlı Devleti tarihinde Lale Devri’nin sadece bir zevk ve sefa devri olduğu yolundaki görüşler doğru değildir. Osmanlı Devleti’nde 12 yıllık bir döneme adını veren lale devri , devlet idaresinin zevk ve eğlence nedeniyle bazı aksaklıklar yaşadığı bir dönem olmakla birlikte sosyal,kültürel,bilimsel ve ekonomi alanında çeşitli gelişmelerinde yaşandığı bir devirdir.
A-) MATBAANIN KURULMASI VE BİLİMSEL GELİŞMELER
III. Ahmet devrinin içinde ayrı bir dönem olarak dikkat çeken Lale Devri’ne gelindiğinde Osmanlı ülkesinde henüz bir Türk matbaası bulunmamaktaydı. Bununla birlikte Türkiye de açılan ilk matbaa da Museviler tarafından açılmıştı. Museviler bu matbaayı 1493 yılında, yani Türk matbaasının kurulmasından 233 yıl önce İstanbul da bundan birkaç yıl sonra da Selanik’te ilk matbaayı açmışlardır. Bu matbaa da bir çok kitap basılırken Sivaslı Akpar adındaki bir Ermeni de, Venedik’te basımcılık sanatı öğrendikten sonra 1567 de İstanbul’da ve Nicodimus Metaxas adında bir Rum papazı da 1627 yılında yine aynı kentte bir matbaa kurmuştur.
Osmanlı Devletinde ise ilk Türk matbaasının kurulması aşamasında ilk adımlar Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından atıldı. Damat İbrahim Paşa, Yirmisekiz Mehmet Çelebi’yi Paris’e Fransız uygarlığı görmesi ve Osmanlı Devleti’nde nelerin uygulana bileceğini bildirmek üzere göndermişti. Paris’ten dönen Mehmet Çelebi’nin oğlu Mehmet Sait Efendi de matbaanın kurulmasında büyük rol oynamıştır. Sait Efendi’nin Damat İbrahim Paşa’ya sunduğu raporda matbaanın Osmanlı ülkesinde mutlaka kurulması gerektiği de belirtilmekteydi. Bunun üzerine matbaanın kurulması ve işletilmesi için bir Macar dönmesi olan İbrahim Müteferrika görevlendirildi.
1674’te Erdel’de dünyaya gelen İbrahim Müteferrikanın kalvanist bir ilahiyat öğrencisi iken 1692 de veya 1693 de Thököly İmre komutasındaki ayaklanmada Türklere esir düştüğü doğru değildir. Onun Türk ordusuna kendiliğinden sığındığı kaynaklar tarafından belirtilmektedir. Osmanlı Devleti’nin hizmetine girdikten sonra kapıkulu süvarilerinin en itibarlı kısmı olan sipahıların kırkbirinci bölüğünde görev alan İbrahim Müteferrika , daha sonra dergah-ı ali müteferrikalığına getirilmiştir.
III.Ahmet tarafından kendisine ilk Türk matbaasının kurulması için izin verilmesinden sonra İbrahim Müteferrika, bu matbaayı kurmak için bazı engellerle karşılaşmıştır. Bu engellerden en önemlisi işlerini kaybedeceklerinden korkan hattatlardan geldi. Fakat bu sorun şeyhülislamın dini kitaplar dışındaki eserlerin basılabileceğine dair fetva vermesiyle çözüme kavuştu.
Matbaanın kurulması için çıkan pürüzlerden ortadan kalkmasıyla ortaya çıkan olumlu durumdan yararlanan İbrahim Müteferrika, Sait Mehmet Efendi’nin de yardımıyla İstanbul’daki Sultan Selim mahallesindeki evinde ilk Türk matbaasını kurdu. 1727 yılında açılan bu matbaa aynı zamanda ilk defa Türkçe eser basan matbaa olarak da tarihe geçmekteydi.
İstanbul da kurulan bu matbaada ilk basılan eserler haritalar oldu. Marmara Deniz haritası ve Bahriye-i Bahr-ı Siyah ile Vankulu Lugatı’nın basımından sonrada 20 ciltlik 16 eser basıldı. Bunların arasında Katip Çelebi’nin Cihannüma’sı ve kendisinin bazı eserleri de yer aldı. İbrahim Müteferrika’nın tarih alanındaki yayınları genel olarak gelenekçi bir yapıya sahipti. Onun ilk tarih kitabı olan Tarih-i Timur Gurgan adlı eseri Timur’u anlatırken matbaada basılan bir başka eser olan Süheyli Efendi’nin Tarihi Mısır el Cedid vel Kadim adlı eseri ise Arap tarihi niteliği taşımaktaydı.
İbrahim Müteferrikanın Osmanlı ülkesinde matbaayı kurması bir takım yeni gelişmeleri de beraberinde getirmişti. Özellikle Osmanlı devlet adamlarının gözlerini dünyaya çevirmesinde son derece mühim bir yeri olan matbaanın kurulması aynı zamanda da bir çok eserin basılmasını ve bir takım yeni ilmi gelişmelerin sağlanmasına katkıda bulunmuştur. Bu bakımdan Lale Devri, belki de Osmanlı Devleti’nin sonraki devirleri için en kalıcı miras olmuştur.
Lale Devri’nde matbaanın kurulması yanında yaşanan bir diğer bilimsel gelişme de bir Tercüme Heyeti’nin kurulmuş olmasıdır. Yanyalı Esad Efendi, Heratlı Kabızı Efendi, Müderris Fasıhı Efendi, Şam kadısı Medhi Efendi, Halep kadısı İlmi Efendi, Kara Halilzade Mehmed Said Efendi ve şair Nedim gibi ilim, fikir ve edebiyat adamlarından kurulan bu tercüme heyeti devamlı olarak toplanarak Doğu ve Batı dillerinden tercümeler yapmıştır. Bu kurulun tutucu Müslüman geleneğine uygun konuların yanı sıra birkaç Batılı tarih, felsefe ve astronomi eseri de çevirdiği görülmektedir. Bu dönemde Fransızca’dan Türkçe’ye ilk defa bazı eserler çevrildiği gibi bazı Türkçe eserlerin de Fransızca’ya tercüme edilerek basıldığı görülmektedir.
B-) GEÇİCİ ELÇİLİKLERİN AÇILMASI VE AVRUPA’YA ÖĞRENCİ YOLLANMASI
Lale Devri’nde Osmanlı Devleti adına görülen en önemli gelişmelerden birisi de çeşitli Avrupa devletlerinde geçici olarak elçiliklerin açılması ve bu ülkelere ilk olarak eğitim için öğrencilerin gönderilmesi olmuştur. Bu faaliyetlerde temel alınan husus Avrupa’nın gelişmişliğini görmek ve bunları Osmanlı ülkesinde tatbik etmekti. Özellikle bu gelişmeler ileride Batılılaşmanın temelini oluşturacağı için Avrupa ile ilişkiler konusunda bir dönemin başlangıcı olarak gösterilebilir.
Bu dönemde Avrupa’ya gönderilen elçiler arasında Yirmisekiz Mehmed Çelebi en önemlilerinden bir tanesidir. Damat İbrahim Paşa tarafından Paris’e “kaleleri, fabrikaları ve Fransız uygarlığının diğer eserlerini görmek ve Osmanlı İmparatorluğu’nda nelerin uygulanabileceğini görmek ve bildirmek için” gönderilen Mehmet Çelebi, döndükten sonra sadrazama gerekli bilgileri getirerek Damat İbrahim Paşa’yı sevindirmiştir. O, sadece sadrazamın istediklerini rapor etmemiş, sokaklarda, dükkanlarda, hastahanelerde, hayvanat bahçelerinde gördüklerini de anlatmış ve özellikle de Fransız askeri okulları ve eğitim alanları üzerinde durarak belki de Lale Devri’nin gelişmesine bir katkı da kendisi yapmıştır. Onun matbaa hakkında verdiği rapor da matbaanın Osmanlı ülkesinde kurulmasına zemin hazırlamıştır. Bu dönemde Fransa dışında Avusturya gibi diğer Avrupa devletlerinde de elçilikler kurulurken Osmanlı ülkesinde de Avrupalı devletlerinin elçilikler kurduğu görülmektedir.
Lale Devri’nde Türk öğrencilerin batı usullerine göre eğitim veren Avrupalı devletlere eğitim maksadıyla gönderilmesi de Osmanlı Devleti tarihi açısından son derece önemlidir. Bu olgu batı standartlarında eğitim alan öğrencilerin ileride Türk Batılılaşmasına temel teşkil etmelerine neden olmuştur. Nitekim ülkelerine döndüklerinde devletin önemli kademelerinde memurluklar yapan bu gençler Osmanlı’nın durumunu görerek gerekli düzenlemeler yapmaya çalışmışlardır.
C-) KÜLTÜR, SANAT VE EDEBİYAT ALANINDAKİ GELİŞMELER
Lale Devri, Osmanlı İmparatorluğu’nda Batılılaşmanın başladığı bir dönem olarak dikkat çekerken bu Batılılaşmaya paralel olarak kültür, sanat ve diğer alanlarda önemli gelişmelerin görüldüğü bir devir olarak da karşımıza çıkmaktadır. Nitekim bu devirden önceki yüzyıllarda bu alanlarda görülen gerilemeler Lale Devri ile birlikte mucizevi bir şekilde tersine dönmüş ve bu devir sanatın, edebiyatın yoğunlaştığı bir devir olmuştur.
Lale Devri’nde Osmanlı Devleti’nin ekonomik kaynaklarını tüketen savaşlar ve çarpışmalar son bulurken bu barış döneminde çeşitli Avrupa Devletleri’nde kurulan elçilikler sayesinde bu devletler ile kültür alışverişi güçlenmiştir. Bu dönemde Avrupa’da Türk tarzı moda olurken, Osmanlı süsleme sanatlarında ve diğer sanat alanlarında da Avrupalı motifler Osmanlı sanatının dağarcığına girmiştir. Nitekim bu dönemde özellikle Fransa ve Avusturya köşklerinden ilham alınarak, Boğaz ve Haliç’in kıyıları boyunca inşa edilen yalılar ve şairler, müzisyenlerin katıldığı eğlencelere mekan olmuştur.
Bu dönemde sanatta ve edebiyatta görülen gelişmelerin en büyük nedeni olarak devlet yönetiminin tutumu gösterilebilir. Devrin padişahı Sultan III. Ahmet ve damadı sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, bu dönemde özellikle sanatçıları, edipleri ve şairleri himaye ederek bu alanlarda gelişmelerin yaşanmasını sağlamışlardır. Böylece Osmanlı Devleti’nde ayrı bir dönem olarak karşımıza çıkan Lale Devri, bu yönden geleceğe bıraktığı miras ile de son derece önemlidir.
Lale Devri ile birlikte Osmanlı sanatında bir rönesans devrinin başlaması kendisini seramik ve çinicilikte de göstermektedir. Bu dönemde İznik’te kalan birkaç ustanın İstanbul’a getirilmesi ve Tekfur Sarayı’nda yeni bir üretim merkezinin faaliyete geçmesiyle canlandırılmaya çalışılan bu sanat sarayda klasik tasarım ve teknikler uygulanarak yapılan çini üretimi sayesinde tekrar canlanmıştır. Bu canlanışı en iyi temsil eden örnekler Lale Devri’nin bittiği yıllarda yapılan Hekimoğlu Ali Paşa Camii’nde kendini göstermektedir. Bununla birlikte Tekfur Sarayı’nda imal edilmiş olan çinilere Topkapı Sarayı’nın çeşitli mekanlarında da yer verilmiştir.
Bu dönemde yapılan imar faaliyetleri de sanat alnındaki gelişmelerin önemli göstergelerindendir. Yapılan birçok saray, kasır, yalı ve köşklerin yanı sıra padişahın özel olarak yaptırdığı çeşmelerde de üstün sanat anlayışını görmek mümkündür. İstanbul’da Bab-ı Hümayun ile Ayasofya arasında III. Ahmet’in isteği üzerine yapılan III. Ahmet Çeşmesi meydan çeşmelerinin bütün Türk sanatı tarihi içinde ortaya konulmuş en göz kamaştırıcı örneğidir. Bununla birlikte III. Ahmet kitabesini kendi yazdığı bir çeşmeyi de Üsküdar’da İskele Meydanı’nda yine kendi adına yaptırmıştır. Yine kubbe ve tonozlarının iç yüzleri çok zengin bir biçimde renkli malakari tezyinat ile süslü ve duvarları da kısmen çini ile kaplı olan III. Ahmed Kütüphanesi de Topkapı Sarayı’nın üçüncü avlusunda Arz Odası arkasında padişah tarafından yaptırılmıştır.
Lale Devri’nde sanat alanında görülen en önemli kişi Levni’dir. Asıl adı Abdülcelil Çelebi olan Levni bu devrin en büyük nakkaşıdır. İlk büyük çalışması Osmanlı tarihi ile ilgili bir kitap için yaptığı 22 padişahlık bir portre olan Levni’nin en büyük eseri ise 1720 yılında dört şehzade düğününü ele alan Surname-i Vehbi’dir. Şölenler,gösteriler, esnaf loncalarının geçişi gibi birçok etkinliğin toplam 137 minyatürle canlandırıldığı bu eser aynı zamanda Lale Devri hakkında da bizlere önemli bilgi vermektedir. 18. yüzyılın başlarına kadar yaşamış olan Aşık Ömeri’nin de portesini yapan Levni, usta bir şair olmasına rağmen onun az sayıda şiiri bulunabilmiştir.
Bu dönemde usta bir hattat olan padişah III. Ahmet’in de bazı eserleri vardır. Kendi el yazısıyla 4 adet Kur’an-ı Kerim yazmış olan III. Ahmet, çeşme kitabeleri ve Sütlüce’deki sarayın harem kapısının kitabesini de kendisi yazmıştır. Bununla birlikte birçok camiye levha yazmış olan III. Ahmet’in halen Topkapı Sarayı’nda ondört sayfalık sülüs celisi ile kaleme alınmış olan murakka’sı vardır.
Lale Devri’nde edebiyatta göze çarpan isim ise devrin en büyük şairi olan Nedim’dir. Özellikle Lale Devri’nin Divan Edebiyatı’na getirdiği hava en olgun biçimiyle kendisini Nedim’in şiirlerinde göstermektedir. Nedim, belki de ilk defa şiirin içine bir şehrin coğrafyasını ve iklimini kozmik hatlarıyla beraber kabul eden ve işleyen bir sanatkardı. Kendisi böyle bir anlayışla edebiyatta parlarken böylece İstanbul’u da terennüm etmiş oluyordu. Bu şekilde Nedim, Divan şiirinin küçük ve kısa çizgilerle verdiği tabiatı ve cemiyeti, geniş ve canlı tablolar halinde şiirine katıp işleyerek, Divan Edebiyatı’nda bir nevi realizm yapan kişi oluyordu. Bununla birlikte padişah III. Ahmet de Nedim, Seyyid Vehbi, İzzet Ali, Neyli Ahmed, Vak’anüvis Raşid Mehmed, Küçük Çelebizade İsmail Asım, Sami gibi bir çok şairi himaye ve taltif ederken kendisi de Necib mahlasıyla şiirler yazmaktaydı.
Bir eğlence devri olarak da telaffuz edilen Lale Devri, buna bağlı olarak da müziğin de geliştiği bir devirdir. Nitekim bu devrin yaşama sevincini şiirde nasıl Nedim temsil ediyorsa musikide de Mustafa Çavuş temsil eder. O, ileride kesin bir şekilde yerleşecek olan şarkı besteciliğinin ilk öncüsüdür. Devrin klasik üsluptaki eserleri arasında hareketli, neşeli lirik şarkıları Lale Devri’nden sonra da insanların dillerinden düşmemiştir. Bu dönemde Mustafa Çavuş’tan sonra müzikte Kutbünnayi Osman Dede gelmektedir. O, bu dönemde 276 beyitlik Farsça nazariyat kitabını padişah III. Ahmet’e sunmuştur.
D-) DİĞER GELİŞMELER
Lale Devri’nde devlet kademelerinde eğlenceye ve sefaya bir düşkünlük olmasına rağmen bilide, sanatta, edebiyatta ve Osmanlı Devleti’nin batıya açılışının başlaması adına önemli gelişmeler olurken diğer bazı alanlarda da önemli gelişmeler olmuştur.
1727’de Üsküdar’da açılan ve Avrupa usulü askeri eğitim vermeyi amaçlayan Hendesane bu alanda bir ilk teşkil etmektedir. Fakat bu Hendeshane, yeniçerilerin karşı çıkması ve yakaladıkları öğrencileri öldürmeleri sonucu kapanmıştır ve başarısız fakat ümitli bir deneme olarak kalmıştır.
Tekfur Sarayı’nda açılan çini imalathanesinin yanı sıra, hatayi denilen kumaşı dokumaya mahsus kumaş dokuma fabrikasının kurulması ve Yalova’da bir kağıt fabrikasının kurulması ile ilk itfaiye teşkilatı olan Tulumbacı Ocağı’nın kuruluşu da bu devirde meydana gelmiştir.
IV- İRAN SAVAŞLARI
Lale Devri, her ne kadar bir barış devri olarak gözükmekte ise de bu devirde İran da hüküm süren Safevi Devleti ile girilen savaşlar buna bir istisna olarak kabul edilmektedir. Özellikle Avrupa da kaybedilen toprakların geri alınamamış olması Osmanlı Devleti’nin gözünü nazik bir durumda bulunan İran’a çevirdi. Osmanlı’nın gözünü İran’a çevirmesinin en büyük nedenlerinden birisi de Şiiliğin bu devletin resmi ideolojisi olmasından dolayıdır.
Avrupa da kaybettiği toprakları İran ile yapacağı bir savaş ile telafi etmeyi bu dönemde iyice benimseyen Osmanlı Devleti , bu nedenle Dürri Ahmet Efendi’yi de İran’ın iç durumunu öğrenmesi için bu memleket gönderdi. Bu görev için İran’a giden Dürri Ahmet Efendi , İstanbul’a geri döndüğünde İran’ın karışık durumunu ve Safevi hanedanını doğudan tehdit eden Mir Üveysoğlu Mahmud Han hakkındaki raporunu hükümete teslim etti.
Bu sırada Şirvan Han’ı Davud Han, Şiilerin ve Rusların tazyikine uğradığını belirterek Osmanlılara sığındı ve Osmanlı Devleti’nin Davud Han’ı büyük bir salahiyet ile han tayin etmesi de Rusları son derece zor bir durumda bıraktı. Hem Osmanlılar, hem de Ruslar Hazar Denizi’nin batı sahillerini ele geçirmek isteyince, iki taraf karşı karşıya geldi. Fakat Rusların erken davranıp Bakü’yü işgal etmesi sonucu savaş tehlikesi atlatıldı ve bunun üzerine Osmanlılar, Şirvan Sünnilerini himaye etmek amacı ile bu sefer de İran iç işlerine karıştılar.
Osmanlı bütün bu gelişmeler üzerine İran Safevi Devleti’ne savaş açtı ve Ruslarla gizli bir antlaşma yaparak İran bölgesini paylaştı. 1723’de başlayan Osmanlı-Safevi savaşları sırasında bir çok insan ya esir edildi ya da göçe zorlandı. Kuzey sınırlarından Rusya ile yaptığı antlaşmadan dolayı emin olan Osmanlı Devleti, kendinden emin bir şekilde İran üzerine yürüdü. 1724 de Revan’ı ele geçiren Osmanlılar 1725’te de büyük zorluklarla Gence’ yi ele geçirdiler. Bundan başka Nihavend , Naçıvan , Kirmanşah ve Hemedan gibi önemli şehirlerde ele geçirildi. Fakat Osmanlılar 1726’da yeni İran Şahı ile bir savaş yapmak zorunda kaldılar ve bu savaşı kaybettiler. Bu savaşta İran orduları yanında Afgan kuvvetleri de yer alırken savaş sonunda imzalanan antlaşma ile İran’ın nazik durumundan dolayı Osmanlı pek fazla toprak kaybına uğramadı. Fakat bu savaş padişaha ve sadrazama olan güveni sarstı.
IV. PATRONA HALİL İSYANI VE LALE DEVRİNİN SONU
Lale Devri’nin 1718 yılında başlamasıyla üst düzey Osmanlı yöneticileri ve yüksek aristokrasi arasında başlayan zevk ve eğlence çılgınlığı nedeniyle bu devirde bazı devlet işleri aksamaktaydı. Özellikle bu durumu gören halktan insanlar da devlet yöneticilerinin bu durumlarına bakarak devlete karşı tepkilerini ortaya koymaktaydılar. Bu dönemde Anadolu’nun iktisadi durumu iyi bir vaziyette olmadığı için hatta ekonomik yapı neredeyse çökme aşamasına geldiği için başkent İstanbul’a da büyük göç hareketleri yapılmakta ve bu şehre kaçak gelenler de çıkabilecek bir isyana katılmak için fırsat kollamaktaydılar. Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın da etrafındakilere sık sık düzenlenen törenlerde bol bahşişler dağıtması da bir isyanın çıkmasına zemin hazırlamaktaydı.
Lale Devri’nden önceki dönemlerde İstanbul halkı sarayda ne yaşandığını bilmezlerken Lale Devri ile birlikte halkın ortasında her türlü eğlence tertip edilir hale gelmişti. Bununla birlikte Lale Devri’ndeki bu zevk ve safa olgusuna halkın tepkisi belli bir dönemde ortaya çıkmıştı. Nitekim Lale Devri’nin ilk sekiz yılında devlete karşı herhangi bir hareket gözükmezken 1726 yılından sonraki son 4 yılda devlete karşı olan tepkiler artmıştır. Bu dönemlerde herhangi bir isyanın çıkmasından korkan sadrazam da kendine göre tedbirler almaya çalışmıştır.
Halkın Lale Devri’ne ve dolayısıyla da devlet yönetimine en ciddi tepkiyi koyacak olmasının en son ve bitirici sebebi olarak da İran harplerinin uzayıp gitmesi sonucunda gerek payitahtta ve gerekse taşrada çıkan huzursuzluklar gösterilebilir. Safevi Devleti ile yapılan bu İran Savaşları’nda Sünnilerle meskun olan bazı kalelerin ve bölgelerin elden çıkması da devlet yönetiminin aleyhinde tecelli eden olaylardı. Bu İran Savaşları’ndan sonra yapılan antlaşma, her ne kadar Osmanlı Devleti’nin başarısızlığını örtmüşse de halk bu konuda son derece dikkatli davranmış ve tepkisini arttırmıştır.
Bütün bu sebepler sonucunda İstanbul’da isyan belirtileri başladığında mevsim sonbahardı. Üsküdar sahrasına tuğlar dikilerek İran’a sefer ilan olunduğu halde hareket edilememesi nedeniyle de halk arasında bir dedikodu yayılmıştı. Halkın hoşnutsuzluğu bu nedenlerle git gide artarken 28 Eylül 1730 sabahı çarşıya doğru velveleli bir kalabalığın yürüdüğü görüldü. Esasen isyana ön ayak olan üç kişi bulunmaktaydı. Bunlar çarşı tellalı Patrona Halil, Manav Muslu ve Kahveci Ali idi. Özellikle Patrona Halil’in önderliğinde çarşılara giren grup bu sırada taraftarlarını arttırmaya çalışmaktaydı. Kendi kanaatlerince yeterli sayıda insanı topladıktan sonra kuşluk vaktinde Parmakkapı’da toplanan asiler, burada “Dava-yı şer’imiz vardır. Muhammed ümmeti olan, dükkanlarını kapayıp bayrak altına gelsin!” diye bağırdılar. Bunun ardından silahını kapan esnaf Etmaydanı’na koşmaya başladı. Etmaydanı’na ulaşıldığında büyük bir yekuna ulaşan asilere burada Yeniçeri Ağası tarafından uyarılar ve ricalarda bulunuldu. Bu durum üzerine Patrona Halil de, maksatlarının hükümetin ıslahı ve zalimlerin cezalandırılması olduğunu söyledi.
Gece yarısı olduğunda durumdan haberdar olan padişah III. Ahmet ve sadrazam Damat İbrahim Paşa, bu isyandan çok müteessir oldular. III. Ahmet gece yarısı derhal bir divan kurdurdu. Devlet erkanı bu divanda mevcut askerlerle asilere mukavemet edilmesini istediyse de III. Ahmet buna karşı çıktı. Sabah olduğunda asilere adam gönderen III. Ahmet’e asilerden “Padişahımızdan memnunuz, fakat veziri, kethüdasını ve Kaptan Paşa’yı istemeyiz!” yanıtı geldi. Bundan sonra asiler saraya padişahın korkutulması için ve istemedikleri kişilerin görevden alınması için ani baskınlar yaptılar ve bunun üzerine isimleri sayılan üç devlet adamı da azledildi. Fakat yine de bu haber ihtilalcilere kafi gelmemekteydi. Bunun üzerine kuşattıkları saraya yüklenen asiler bunların kendilerine verilmesini istediler. Bu üç devlet adamının kendi ellerine geçmesi üzerine bunlara kıyan asiler padişahı da bir darbe ile tahtından düşürdüler. Sultan III. Ahmet ise kardeşinin oğlu Şehzade Mahmut lehine saltanatı terk ederek yeğeninin alnından öptü(1 Ekim 1730).
Lale Devri’ne bu şekilde son veren Patrona Halil Ayaklanması ile sadece devlet kadrolarında tasfiye ile yetinilmemiş aynı zamanda İstanbul’a kazandırılan sanat eserleri, köşkler, bahçeler de bilinçsiz bir şekilde tahrip edilmiştir. Bu isyanla Lale Devri’ne son veren isyancılar aynı zamanda padişah III. Ahmet devrine de son vermişlerdir. Nitekim padişah Sultan III. Ahmet asilerin tahttan feragatini istemeleri üzerine tahttan çekilmiştir. Sanata meraklı olan sanatkarı koruyan ve kendisi de hattat olan III. Ahmet, aynı zamanda Osmanlı padişahları arsında en fazla evlenen padişahlardan birisi olarak da bilinmektedir. III. Ahmet’in bu eşlerinden elliye yakın çocuğu olmuştur. Eğlenceye ve şatafata düşkünlüğü ile bilinen Üçüncü Ahmet, kendisi ile benzer özelliklere sahip bulunan Nevşehirli İbrahim Paşa’yı sadrazamlığa getirerek Lale Devri’nin oluşmasını sağlamış, bu döneme yön vermiş ve bu dönemde sadrazamı ile kendisinin özelliklerini sergilemiştir.
SONUÇ
Çoğu tarihçi tarafından bir zevk ve eğlence devri olarak görülen Lale Devri bunun yanı sıra bazı alanlarda gelişmelerin ve yeniliklerin olduğu savaşların yapılmadığı bir barış devri olarak da karşımıza çıkmaktadır. Yani sadece eğlenceleriyle dile getirilemeyecek kadar kapsamlı bir devir olan Lale Devri, zevk ve eğlencenin de çok yoğun olarak yaşandığı bir devirdir. Bunun yanı sıra Lale Devri’nin Osmanlı Devleti’ne yapmış olduğu en büyük katkı belki de matbaanın kurulmuş olmasıdır.
Lale Devri’nde yaşanan eğlencelerin genellikle devletin üst kademelerinde yaşandığı ve aristokrat kesimin bu düzenlemelerden memnun olmasına karşın halkın bazı sıkıntılar çektiği de Lale Devri’nin genel yapısı içerisinde görülmektedir. Bu dönemde sanatsal ağırlığı olan eğlencelerin İstanbul ile sınırlı kaldığı da söylenebilir. Bunla birlikte bu dönemde matbaanın kurulmasına ek olarak sanatta, bilimde, edebiyatta yaşanan gelişmelerin eskiye nazaran daha olumlu olduğu da ifade edilebilir.
Devlet idaresinde ise padişah III. Ahmet’ten daha çok onun damadı ve sadrazamı İbrahim Paşa’nın etkili olduğu görülmektedir. Özellikle padişah III. Ahmet’i çeşitli yollarla oyalama uğraşı içerisinde olan Damat İbrahim Paşa, devlet yönetimini de kendi ellerinde toplamıştır. Böylece devre damgasını vuran Damat İbrahim Paşa, padişah III. Ahmet’in de takdirini kazanmıştır. Bununla birlikte Lale Devri’nin bütün bu uygulamaların ve yaşam tarzlarının halkın refahına doğrudan bir katkı yapmadığı için tepki topladığı ve Patrona Halil İsyanı ile de son bulduğu söylenebilir.
BİBLİYOGRAFYA
ADIVAR, Adnan, Osmanlı Türklerinde İlim , Remzi Kitabevi, İstanbul 1991.
AFYONCU, Erhan, “İbrahim Müteferrika”,Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,c.21, İstanbul 1989.
AKTEPE, Münir, “Ahmed III”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.2, İstanbul 1989.
AKTEPE, Münir, “Damat İbrahim Paşa(Nevşehirli)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 8., İstanbul 1993.
ALTINAY, Ahmed Refik, Lale Devri, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Yayınları, Ankara 1973.
ATIL, Esin, “Sanat ve Mimari”, Osmanlı Medeniyeti Tarihi, Feza Gazetecilik Yayınları, İstanbul 1999.
AYVAZOĞLU, Beşir, “Lale Devri”, Osmanlı Ansiklopedisi, Ağaç Yayıncılık, c.4., İstanbul 1997.
AYVERDİ, Samiha, Türk Tarihinde Osmanlı Asırları, Damla Yayınevi, c.2, İstanbul 1978.
ÇİÇEK, Kemal, “III. Ahmed”, Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, c.12., Ankara 1999.
EMECEN, Feridun, “Kuruluştan Küçük Kaynarca’ya”, Osmanlı Devleti Tarihi, Feza Gazetecilik Yayınları, c.1, İstanbul 1999.
EYİCE, Semavi, “Ahmed III Kütüphanesi” , Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.2, İstanbul 1989.
EYİCE, Semavi, “Ahmed III Çeşmesi” , Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.2, İstanbul 1989.
İLGÜREL, Mücteba, “III. Ahmed”, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Çağ Yayınları, c.11, İstanbul 1989.
KARAMANLY, Hüsamettin Memmedov, “XVI-XVIII. Yüzyıllar Osmanlı-Safevi Savaşları”, Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, c.1, Ankara 1999.
ÖZCAN, Abdülkadir, “Edirne Vak’ası”,Türkiye, c. 10, İstanbul 1994. Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
RENDA, Günsel, “Levni”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Ortak Yayınları, c. 5, İstanbul 1994.
SAKAOĞLU, Necdet, “Lale”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Ortak Yayınları, c. 5, İstanbul 1994.
SAKAOĞLU, Necdet, “Lale Devri”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Ortak Yayınları, c. 5, İstanbul 1994.
SHAW, Stanford, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, E Yayınları, İstanbul 1994.