Nihal Atsız’ın TÜRK TARİHİNDE MESELELER isimli kitabı hakkında Talha Gönülalan’ın Sentezi
Şu anda elimde Nihal ATSIZ’ın kaleme aldığı Türk Tarihinde Meseleler adlı eser bulunuyor. Bu eseri bu bölüme taşımamın sebebi konunun arz ettiği önemin yanı sıra 1960’lı yıllarda Atsız tarafından tespit edilen sorunların bir çoğunun bugün dahi devam ettiğini görmem oldu. Eser 1966 yılında Afşın Yayınları araasından çıkmış. Ayyıldız Matbaası’nda (Ankara) basılmış. Burada kitabın içerisinde yer alan konulara ve Atsız’ın Türk Tarihi ve Tarihçiliği için belirlediği meselelere değinmeye çalışacağım.
Kitap Atsız’ın Önünç başlıklı bir önsöz ile başlamakta. Atsız’a göre “Türk Tarihinde Meseleler” tarih ve kültürümüze ait bazı konuların Türkçü görüşüyle yeni bir açıdan ele alınmasıdır.
Önünç (Önsöz) kısmında dikkatimi çeken çok güzel bir söz var ; “Milli çıkarı arkaya atıp da tarafsız davranmaya kalkmak, gerçekte tarafsız olmak değil, karşı tarafların yanında yer almak demektir. Nihal Atsız bu giriş bölümünü İstanbul’da 4 Ekim 1966 tarihinde yazmış.
Eser ilk olarak Türk Tarihine Bakışımız Nasıl Olmalı sorusunu gündeme getiriyor. 15. yüzyıla kadar belirli bir tarih görüşümüz olduğunu ve Osmanlılar üstün tutulmakla birlikte Türk tarihinin bir bütün olarak incelendiğini söyleyen Atsız, Hoca Sadeddin’den sonra sadece Osmanlı Tarihi’nin incelenir olduğunu belirtiyor. Bu durumun ise 19. yüzyılda Müşir Süleyman Paşa ile başlayan bir tepkiye sebep olduğu açıklanıyor.
Atsız’a göre Türk Tarihi aralıksız bir bütündür. Mesele, onu sistemleştirmekten ibarettir.
Bu bölümde tarihin Fransızlar için bir vatan tarihi, Araplar için bir millet tarihi ve İngilizler için bir devlet tarihi olduğunu belirten Atsız, Türkelinde Hun, Göktürk, Uygur, Selçuk, Osmanlı Devleti değil sülaleleri vardır diyerek bütün bu Türk devletlerinin bir tek devlet olarak ele alınması gerektiğini ve bunların birbirinin devamları şeklinde olduğunu açıklıyor.
Türk Tarihi ile ilgili bazılarının milli kahraman saydığı şahsiyetlerin, diğerleri tarafından milli düşman sayılmasının önemli bir mesele olduğu tespiti son derece doğrudur. Burada Atsız, bu konuya örnek olarak Cengiz Han örneğini veriyor.
Burada alt başlıklar halinde Türk Tarihinin Başlangıcı Meselesi , Türk Tarihinin Kadrosu Meselesi, Türk Tarihinin Çağları Meselesi, Adların İmlası Meselesi belirlenmiş.
Türk Tarihinin Sakalar (İskitler)’den mi yoksa farklı bir dönemden mi başlaması gerektiği konusunun ortak tarih telakkisi ile açığa kavuşturulması gerektiğini söyleyen Atsız, tarihimizin Milli Görüşe göre Dr. Rıza Nur ve Prof. Zeki Velidi Togan tarafından sınıflandırıldığını fakat bunların dikkate alınmadığını belirtmektedir.
Yine özellikle imla konusunda Çengiz-Cengiz , tigin-tegin v.b. kelimelerde ortak bir yazımın olması gerekliliği 2007 Türkiyesi’nde bile dikkat çeken bir tespittir. Bugün bile bazı tarihi ifadelerde farklı yazımların olduğu görülmektedir.
Türkiye tarihinin başlangıcı meselesi de ilginç bir konudur. Çünkü Cumhuriyetin ilk yıllarında Hititlerin bile Türk olduğu iddia edilmişti. Atsız’a göre bir memleketin tapusuna malik olmak için ilk ahalisi olmak şart olmadığından bu düşünce yanlıştı. Almanya, Fransa, İngiltere ilk kuruldukları toprakları elden çıkarmamış milletlerdir. Topraklarında devam etmişlerdir. Fakat Atsız’a göre bizim devletimiz kuruluşundan sonra fethettiği yerlerde tutunmuştur.
Yine Atsız’a göre Osmanlı padişahlarının sayısının 36 olup olmadığı da karara bağlanmış değildir. Çünkü bazı tarihçiler tarafından Osman Bey’den sonra oğlu Ali Erden Beyin tahta çıktığı , Çelebi Mehmet Fetret Dönemini bitirmeden Süleyman Çelebi ve Musa Çelebi’nin de hükümdarlık ilan ettiği belitilmektedir.
Ayrıca tarihteki şahsiyetlerin ve yer adlarının yazımı konusunda da Atsız özellikle asıllarına uygun olan şekilde kullanımlarından yana olduğunu belirtmiştir. Mesela isim olarak Ahmed, Mahmud şeklinde. Yine sadrıazam değil sadrazam kullanımı doğru bulunmaktadır.
Batılılaşma konusunda da Atsız ” Batı Medeniyeti’ni alırken onun tekniği, sanatı ve ilmi ile birlikte fuhuşunu da almamızı söyleyen kişiler olduğunu, temiz Anadolu çocuklarının Köy Enstitülerinde komünist olarak yetiştirilmeye çalışıldığını ama bir sabah komünist olarak uyanmamız gibi korkunç bir ihtimali 3 Mayıs 1944’te birkaç bin meçhul milliyetçi gencin yaptığı asil ve şuurlu hareketin önlediğini söylemektedir.
Bu bölümü bitirirken Atsız “Devlet ve vatan büyüyecektir. Çünkü uğrunda ölmeye hazır olanlar var.” demektedir.
Kitabın daha sonraki bölümlerinde özellikle Çağrı Bey ve Selçuklularla ilgili başta Dandanakan ve Malazgirt savaşları olmak üzere önemli tarihi bilgiler verilmektedir.
Atsız’a göre “Tarih, bilim değilse de her yöne çekmeye elverişli bir masal da değildir. Tarih önce bir gerçektir. Sonra da terbiye vasıtasıdır.”
Cengiz Han ve Aksak Temur Bek , Varna Meydan Savaşı ve Gök Sultan dediği Abdülhamid Han hakkında
ayrıntılı bilgiler veren Hüseyin Nihal ATSIZ, Sultan Hamid’i anlamak için tahta çıktığı zamanı iyi ce bilmek gerekir demektedir. Sultan II. Abdülhamid’in 33 yıl ayakta tutmayı başardığı imparatorluğu 10 yılda dağıtanların memleketten kaçtıklarını ifade etmektedir. Atsız’a göre Abdülhamid’in Meclisi kapatması onun en büyük başarısıdır. Çünkü Osmanlılar afrklı etnik kökenlerden oluşmakta ve mecliste ayrılıkların ortaya çıkması muhtemeldir. One göre Sultan Abdülhamid, Osmanlı Devleti’ni soyumuzun düşmanı Ruslara hilafetin düşmanı İngilizlere devletimizin düşmanları siyonizme ve azınlıklara , rejimin düşmanı hürriyetçilere karşı başarıyla savunmuştur.
İlerleyen günlerde Sultan Abdülhamid ile ilgili olarak Mustafa Armağan’ın Abdülhamit’in Kurtlarla Dansı eserine ve dolayısıyla Sultan Abdülhamit konusuna değinmeyi düşünüyorum. Ama ondan önce Nihal Atsız ‘ın Abdülhamit ile ilgili düşüncelerinin Mustafa Armağan ile oldukça benzediğini söylemem yerinde olacaktır. Hatta bu belirginlik Abdülhamit’i eleştiren Peyami Safa konusunda bu iki yazarın benzer görüşleri olduğunu görmemizle daha da ilginç bir hal almıştır. Tıpkı Mustafa Armağan gibi Nihal Atsız da aslında vatansever bir cephede yer alan Peyami Safa’nın Abdülhamid’e karşı babasını sürgün etmiş olmasından dolayı kızgınlığının olduğunu söylüyorlar. Atsız’a göre babası nedeniyle Peyami Safa bazı özel düşüncelere sahip olabilir ama binlerce kişiye seslenen bir yazar bu nedenlerle Abdülhamid’i kötü göstermemeliydi.
Atsız’a göre “Abdülhamid’in katil olduğu yalan, kızıl sultan olduğu iftiradır.” Ona göre Sultan Hamid, kızıl değil “Gök Sultan”dır. Atsız, Abdülhamid ile ilgili düşüncelerini “Durağı cennet Olsun” diyerek bitirmektedir. Bize de “Amin” demek düşüyor.
Atsız Abdülhamid’den sonra genel olarak Osmanlı padişahlarına da değiniyor. Başta Ali Canip Yöntem olmak üzere Osmanlı padişahlarını eleştirenleri yerden yere vuruyor. Kısa kısa bütün Osmanlı padişahlarına değinerek onlar hakkında gafil ve biçare oldukları yönünde ortaya atılan iddialara cevap veriyor. Bütün Osmanlı padişahlarının insani yönlerini de ortaya koyuyor. Abdülhamit ile ilgili olarak da şu örneği veriyor : ” Birisine Eşek Türk diyerek kızan saray memuruna Ben de Türküm diyerek o memurun korkudan bayılmasına sebep olmuştur.” Atsız bu başlığı da “Kökü mazide olan atiyiz” diyerek kapatıyor.
Türk Kara Ordusu’nun ne zaman kurulduğuna dair bir başlıkla 1963’te Türk kaar ordusunun 600. yılını kutlandığını belirten Kara Kuvvetleri Komutanı’nın bu sözünden hareketle 1363’te kurulan ordunun devşirmelerden kurulan iki muhafız bölüğü olduğunu Türk kara ordusunun M.Ö. 2092da Tanrıkut METE
tarafından kurulduğu belirtiliyor. Gerçi bu konu günümüzde büyük ittifakla kabul görmüş görünüyor. Kim bilir belki de Nihal Atsız’ın çabalarının bir etkisi vardır.
Son bölümde ise özellikle Türk Destanları üzerinde duran Atsız, destan geleneğimizden ve bunun Türk tarihine yansımalarından dem vurarak konunun gündeme gelmesi için çaba sarfetmiştir. Namık Kemal’e de değinerek onun vatanseverliğini açıklamıştır.
Bu eser bize Türk tarihi meseleleri olarak Atsız tarafından teşhis edilen sorunların bir çoğunun bugün dahi devam ettiğini göstermektedir. Bununla birlikte Atsız’ın da ifade ettiği gibi sorunların çözümü için ortak hareketin gerekliliği önemli görülmektedir. Tespit edilen sorunların ortak bir çalışma ile tarihçiler tarafından değerlendirilip bilgilerin yenilenmesi gerekli görülmektedir.
Bu yazı Tarihçi Talha Gönülalan’a aittir.