Roman Yazarı Cengiz Dağcı’yı ilk olarak Yavuz Bülent Bakiler’in yazılarında duymuştum. Türkiye dışında doğup Türkiye Türkçesi ile romanlar yazan Cengiz Dağcı’nın özellikle Sovyet baskısı ve Türklerin asimilesi siyasetiyle, Türkiye dışındaki Türklerin yaşamış olduğu çileleri okuyucuya taşıyan önemli bir yazar olduğunu söyleyebiliriz.
Cengiz Dağcı, modern Türk edebiyatının, Türkiye coğrafyası dışında doğmuş ve yaşamış fakat eserlerini Türkiye Türkçesi ile kaleme almış ve Türkiye’de neşretmiş bir romancısıdır. Ülkesi ve halk üzerinde Sovyet diktatörlüğünün maddî manevî korkunç baskılarını yaşamış, sonra da 1941-1943 Rus- Alman boğuşmaları sırasında bütün Kırım Türklüğü’nün tehcir ve katliamı ile yok edildiğini görüp yaşayarak bu büyük insanlık faciasını eserlerine yansıtmış tek romancı olan Cengiz Dağcı, Yalta’nın Kızıltaş köyünde doğmuştur. Kırım Türkleri’ndendir.
Köyünde ve Akmescit’te okuduktan sonra Kırım Pedagoji Enstitüsü’ne girmiş, ancak II. Dünya Savaşı başladığı için (1940) enstitüyü yarım bırakarak askere alınmış, Odesa’daki subay okulunda yetiştikten sonra (1941) Alman- Rus Savaşı’na katılmıştır. Bir süre Ruslar safında savaştı, sonra Almanlar’a (biraz da Ruslar’a kini dolayısıyla isteyerek) esir düştü. Fakat Almanlar, esirlere ve bilhassa Türkler’e Sovyetler kadar kötü ve zalim davranıyorlardı. Genç asker, onlarda da beklediği insaniyeti görmeyince ve zaten Almanlar’ın yenilmeye yüz tutmaları üzerine Polonya’ya sığındı. Bu ülkede Alman işgal kuvvetlerine karşı millî direniş hareketlerine katıldı.
Savaş onun psikolojik durumu üzerinde olumsuz tesirler bırakmıştı. Bu bakımdan yazar savaş öncesi ve savaş yıllarına ışık tutacak mâhiyette hâtıra tarzında romanlar yazdı. Eserlerinde Kırım Türklerinin sıkıntı ve mücâdelelerini anlattı. Bâzı şiirleri 1950’li yılların ikinci yarısında Kırım Dergisi’nde yer aldı. Şiirlerinde ve eserlerinde hislerine bir sınır koymayan Cengiz Dağcı, söylemek istediklerini açıkça ifâde etmeyi tercih etti. Türkiye’de bir yayımcıya gönderdiği hayat hikâyesini, “Elhamdülillah Türküm, Müslümanım ve notlarımda yazdıklarımın hepsinin de hakikat olduğuna yemin ederim.” diye bitirmiştir.
Türk âleminin bir bütün olduğunu da şöyle ifâde etmiştir: “Bize Tatar diyorlar. Çerkez, Türkmen, Kazak, Âzerî, Karakalpak, Çeçen, Uygur, Kabudî, Başkırt, Kırgız diyorlar. Bunlar hep yalan. Deniz parçalanamaz. Biz Türk Tatarız. Bunu senin kalbin bildiği gibi her Başkırt, her Kırgız, her Kazak’ın da kalbi bilir. Kalbinin hisleriyle hareket et. Dünyanın boş hırslarına kapılma…”
Savaşın bitiminde, bir Türk konsolosluğuna başvurarak Türkiye’ye gelmek istedi ise de umduğu anlayışı göremeyen Cengiz Dağcı, (Kızılhaç aracılığı ile) Almanya’yı işgal eden müttefik kuvvetlere sığındı. Polonyalı eşi ve küçük kızıyla sığındığı Londra’ya (1946) yerleşti. Yıllarca orada bir dükkan işletti. Eserleri Türkiye’de Ötüken Neşriyat’ça yayımlanmakta olan Cengiz Dağcı’nın romanları:
Korkunç Yıllar (1956), Yurdunu Kaybeden Adam (1957), Onlar da İnsandı (1958), Ölüm ve Korku Günleri(1962), O Topraklar Bizimdi (1966), Dönüş (1968), Genç Temuçin (1969), Badem Dalına Asılı Bebekler (1970), Üşüyen Sokak (1972), Anneme Mektupar (1988), Yansılar (1988), Benim Gibi Biri (1989), Yansılar (2-3) (1992), Yoldaşlar (1992)
Cengiz Dağcı’nın 1956’dan beri üst üste yayımlanan yukarıdaki romanları esas itibariyle otobiyografik çizgiler taşır. İncelediğimiz roman ışığında bu pencereye bakarsak şunları söyleyebiliriz: “Badem Dalına Asılı Bebekler” mekan olarak Kırım kıyı köyünde geçer. Cengiz Dağcı da bir Kırım kıyı köyünde büyümüştür. Anlatıcı olarak bir çocuğun gözünden yaşanılanların aktarılması kadar yaşanılan “sürgün” olaylarının da birebir Cengiz Dağcı’nın yaşamıyla örtüşmesi de hayli ilginçtir. Dağcı babasıyla münasebeti, annesi ile münasebetine nazaran daha soğuktur. Bu durum, romanda da aynen yansımıştır. Bunların dışında romanda sık sık sözü edilen mezarlık ve çevresinde gezinen kahraman anlatıcının aslında Dağcı’nın da çocukluğundan taşıdığı izler olduğunu söylemiş olsak pek yanılmayız ki bu, yazarın biyografisinde de yer edinir.
Romanlarının çoğu da birbirlerinin devamı şeklinde düzenlenmiştir. Hele “Üşüyen Sokak” adlı romanı, “Üşüyen Sokak” ve “Badem Dalına Asılı Bebekler”in kahraman anlatıcısının Halûk oluşu göz önünde tutularak, “Badem Dalına Asılı Bebekler”in devamı sayılabilir.
Cengiz Dağcı’nın romanları, bazı kişiler ve olaylar vasıta bir topluluğu; bir şehir, bir bölge hatta ülke (Kırım Ülkesi) halkını; sayısız üzülüşleri, intibaksızlıkları, Sovyet emperyalizmi karşısında gizli açık isyanları; bundan kurtuluş ümitleri ile anlatan “sosyal romanlar” dizisi olmaktadır.Kendi çocukluk günlerinden itibaren Kırım Türkleri’nin Sovyet sömürücüleri elinde inleyişlerini, bilhassa Stalin diktası altında barbarlığı arttıran komünist rejimin şehirli , köylü Türk halkı üzerindeki baskılarını, halkta beliren tepki ve direnişleri, bu direnişlerin nasıl zalimce ceza gördüğünü vs. ele alıyor.
Anlatılan o Türkler, geleneklerine, törelerine, dinlerine… Uzun süre Osmanlı’yı bile uğraştırmış ve bilhassa Rus Çarlığını korkudan titretmiş olan savaşçı yiğitliklerine ısrarla bağlıdırlar. Buna karşılık modern makinelerle çelik ordular ve insaniyet dışı komünizm diktası metodları ile gelip onları yok eden Sovyet emperyalizmi XX. Yüzyıl sonlarına kadar insanlığın baş düşmanı olmuştur.
Cengiz Dağcı, romanlarında sık sık bu Sovyet baskısını hissettirir. Kırım Türkleri’nin çektiği eziyetleri tüm çıplaklığıyla gözler önüne serer. Her romanında mutlaka bu izler görülür. Bunu yansıtma nedeni ise her yazarın hayatındaki önemli anların eserlerine bir şekilde iştirak etmesiyle açıklanabilir ki bu durum Cengiz Dağcı’da hayli fazladır.