Tarihçi Talha Gönülalan’ın Farabi Hakkındaki araştırması…
Öncelikle bu araştırma hakkında şunları söylemek yerinde olacaktır. Bu çalışma Talha Gönülalan tarafından hazırlanan akademik bir çalışmanın özetidir. Bu nedenle bu çalışmayı aynen ödev olarak kullanmamanız bunun yerine tamamını inceleyerek yararlanmanız önemle rica olunur. Farabi ile ilgili bu yazıdan başka diğer yazılar da sitemizde bulunmaktadır. Arama kutucuğundan aratabilirsiniz. Farabi hakkında bir çalışmanız varsa buradaki çalışmadan da yararlanarak kendi özgün çalışmanız için bir örnek teşkil etmesini sağlayabilirsiniz. Fakat bilinmelidir ki bir konuyu en iyi öğrenme yollarından birisi kendi ifadelerinizle özgün bir çalışma ortaya çıkarmanız olacaktır. Bu aynı zamanda size haz verecektir. Ortaya çıkan yeni çalışmanızı da bizimle paylaşmanız durumunda www.hayhay.net veya www.tarihonline.com sitemizde inceleyerek isminizle yayınlayabileceğimizi belirtmek isteriz. www.hayhay.net Yöneticisi
FARABİ
I- GİRİŞ
İslam felsefesini metot, terminoloji ve problemler açısından temellendiren ünlü Türk filozofu Farabi’yi değerlendirirken, kendisinin yaşadığı ortamı ve çağın etkisi yanında bölgenin eriştiği kültür düzeyinin de göz alınması gerekmektedir. Bu nedenle Farabi’nin özellikle Türk Eğitim Tarihi’ne yaptığı katkıları ve bilimsel kişiliğini incelerken İslam bilimi de bir nebze incelenecektir.
Farabi’nin özellikle hayatı hakkındaki bilgiler günümüzde tam olarak sağlanamamış olmakla birlikte onun diğer faaliyetleri ile ilgili bilgilerde çok azdır. Farabi hakkında söylenebilecekler onun günümüze kadar gelen eserlerine ve bu eserlere dayanılarak yazılan kitap ve makalelere dayanmaktadır. Yine Farabi hakkındaki bilgilerimiz o dönemlerde yaşamış birçok bilim adamına göre daha fazladır. Bu ise Farabi’nin üstlendiği misyonu ve önemini göstermesi açısından mühimdir.
Köklü bir aileye sahip olduğu anlaşılan Farabi, yaşadığı X. Yüzyılda birçok ilim seyahatlerine katılmış ve yine birçok devlet adamının meclislerine davet edilmiştir. Kendisi İslam biliminin öneminin artmasına katkıda bulunduğu gibi birçok sorunun çözümünde kendisine başvurulan bir mütefekkir olmuştur. Hayatı boyunca Buhara, Semerkand, Merv, Belh, Bağdat, Şam ve Mısır gibi bölgelerde bilim faaliyetlerinde bulunmuş olan Farabi’nin buralara yaptığı akademik seyahatler boyunca birçok lisan öğrendiği de belirtilmektedir. Kendisinin özellikle Türkçe, Arapça ve Farsça’yı iyi derecede bildiği kaynaklarda belirtilmektedir. Kendisi dönemin birçok alim ve mütefekkirinden yararlanırken dönemin ünlü devlet adamları ve ilim adamları da kendisinden yararlanmışlardır.
Özellikle felsefe ve bilim alanında yaptığı faaliyetlerle İslam dünyasında haklı şöhrete kavuşan Farabi en büyük başarısını mantık alanında göstermiş ve Muallim-i Sani (İkinci Hoca) unvanını almıştır. Farabi ayrıca yaptığı İlimler Tasnifi ile de ününü bir kat daha arttırmıştır. Bununla birlikte Farabi, müzik alanında da birçok tarihçi ve musiki nazariyatçısı tarafından Muallim-i Evvel (İlk öğretmen) kabul edilmiştir. Kendisi bütün bunların yanı sıra fizik, matematik, metafizik, psikoloji, tıp, coğrafya, ahlak, siyaset, fıkıh, kelam, astronomi ve geometri ile de meşgul olmuştur.
Bütün bu faaliyetleri Farabi’nin birçok ilim adamına örnek teşkil etmesine sebep olmuş ve Farabi, böylece İslam dünyasında büyük şöhrete kavuşmuştur. Genellikle İslam felsefesi tarihinde Meşşai okulun İbn Rüşd dönemine kadar olan yaklaşık 250 yıllık geçmişi ana hatlarıyla Farabi felsefesinin izlerini taşımaktadır. Nitekim Farabi’nin görüşleri gerek öğrencileri ve eserleri, ve gerekse onu eleştiren düşünürler kanalıyla kısa zamanda Maveraünnehir’den Endülüs’e kadar bütün İslam coğrafyasına yayılmıştır.
Bütün bunlarla birlikte Farabi’den geriye bazıları elimize ulaşmamasına rağmen büyük-küçük 100’den fazla eser kalmıştır. Bu eserlerin bazıları zamanla çeşitli araştırmalara konu olurken bazı eserlerin bir kısmı Latince, İbranice, Türkçe, Farsça, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca ve Rusça’ya tercüme edilmiştir. Bununla birlikte klasik kaynaklardan modern araştırmalara kadar gerek bu eserlerin sayısı ve gerekse isimleri hakkında tereddütler tam olarak giderilebilmiş değildir.
II- FARABİ’NİN HAYATI VE ŞAHSİYETİ
Asıl adı Ebu Nasr Muhammed b. Muhammed b. Tarhan b. Uzluğ el-Farabi et-Türki olan Farabi’nin Türkistan’ın Farab şehri (bugünkü Kazakistan sınırları dahilinde bulunan Otrar ) yakınlarındaki Vesiç kasabasında doğduğu sanılmaktadır. Doğum tarihi ise çoğu tarihçi tarafından 871 veya 872 olarak kaydedilmektedir. Filozofun ismi olan Farabi kelimesi ise, kendisinin bağlı olduğu vilayeti göstermektedir. Nitekim bu kelime bugünkü anlamı ile “Farablı” anlamına gelmektedir.
Ceyhun ve Seyhun yani Sırderya ve Amuderya ırmakları arasında kalan ve Türklerin “Çayardı”, Arapların “Maveraünnehir” dediği bölgenin o zaman için önemli şehirlerinden birisi olan Farab şehri, sonradan Otrar ismini almış ve Moğol istilasından sonra da yıkılmıştır. Seyhun ırmağının kenarında bulunan bu şehir o zaman için yeşillikleri, ağaçları ve bahçeleri ile de tanınmaktaydı.
Latin Ortaçağı’nda Alfarabius ve Abunaser isimleriyle anılan Farabi’nin babasının Vesiç Kalesi kumandanı olduğu dışında ilesi hakkında bilgiler günümüze kadar gelmemiştir. O devirde Samaniler Devleti sınırlarında bulunan eğitim programının genel olarak dini, eğitim dilinin ise Arapça olmakla birlikte Farsça’nın da kısmen okutulduğu bilinmektedir. Bu ortamda çocukluk çağlarını geçiren Farabi’nin iyi bir tahsil gördüğü bilinmekle birlikte hocalarının kimler olduğu ve eğitiminin kimler olduğu hakkında bilgi mevcut değildir.
Farabi, Farab şehrindeki tahsilini tamamladıktan sonra bilinmeyen bir tarihte memleketinden ayrıldığı ve hayatı boyunca devam edecek olan bir seyahate başladığı bütün kaynaklarda belirtilmektedir. Farabi’nin bu seyahati esnasında önce Buhara, Semerkand, Merv ve Belh gibi kendi bölgesinin ve İran’ın önemli ilim ve kültür merkezlerini ziyaret ettiği daha sonra ise Bağdat’a vardığı tahmin edilmektedir. Bununla birlikte Farabi’nin bu devirde 40 yaşını geçtiği de bilinmektedir. Dönemin kaynakları Farabi’nin bu dönemde ünlü dil bilgini İbnü’s-Serrac’dan Arapça okuduğunu, kendisinin de ona mantık okuttuğunu bildirmektedirler. Farabi’nin böyle bir dil bilgini ile buluşması ve karşılıklı olarak birbirlerinden istifade etmiş olmaları Farabi’nin önceden çok iyi bir eğitim aldığını göstermesi açısından önemlidir.
Farabi’nin Bağdat’taki faaliyetleri ile ilgili olarak belirtilenlere göre Farabi, Bağdat’ta Nesturi bir Hıristiyan olan Ebu Bişr Matta b. Yusuf’dan mantık okumuştur. Bununla birlikte Farabi’nin mantık ve felsefe alanında kendisinden büyük ölçüde istifade ettiği kişi Harranlı Yuhanna b. Haylan olmuştur. Fakat kaynaklar arasında Farabi’nin Haylan’dan Bağdat’ta mı yoksa Harran’da mı ders aldığı konusunda tam bir bütünlük bulunmamaktadır. 20 yıl kadar Bağdat’ta kalan Farabi’nin burada meydana gelen karışıklıklar sebebiyle 941 veya 942 yılında Dımaşk’a (Şam) gittiği bilinmektedir. Farabi’nin Şam’a gittiği sırada burayı elinde bulunduran İhşidiler Devleti tarafından himaye edildiği ve bu tarihlerden sonra da Hamdani hükümdarlarından olan ve cesurluğu kadar ilim adamları ve sanatkarlara olan alaka, ikram ve iltifatlarıyla da tanınan Seyfüddevle’nin izzet ve ihsanlarına kavuştuğu anlaşılan Farabi’nin 948 yılında Mısır’a kısa bir ziyaret yaptıktan sonra Şam’a döndüğü ve burada vefat ettiği bilinmektedir. Farabi’nin ölüm tarihinin Aralık 950 olduğu ve öldüğünde 80 yaşlarında olduğu bilinmektedir. Farabi’nin cenazesine on beş devlet büyüğüyle birlikte Emir Seyfüddevle’nin de katıldığı yine kaynaklarda belirtilmektedir.
Hayatı boyunca dürüstlüğü ve doğruluğu kendisine ilke edinen Farabi, öldükten sonra ünlü kişilerin adı ve şahsiyeti etrafında örülen menkıbeler ağı Farabi için de örülmüştür. Bu menkıbelere daha çok Farabi’nin ölümünden birkaç yüzyıl sonra yazılan kültür tarihi niteliğindeki kitaplarda rastlanılmaktadır. Hikayelerden birisi Farabi’yi Büveyhioğulları veziri meşhur edebiyatçı Sahib İsmail b. Abbad ile karşılaştırmaktadır. Bu hikayeye göre Farabi, bu vezirin bir toplantısına, kendisini tanıtmadan girer. Toplantıdakiler kendisini tanımadıkları için onunla alay eder. Biraz sonra içkiler içilmeye ve kafalar tütsülenip dönmeye başlar. Bunun üzerine Farabi bir musiki parçası çalarak oradakilerin hepsini uyutur ve bir kağıt üzerine, “Farabi yanınıza geldi, onunla alay ettiniz, o da sizi uyuttu ve çıkıp gitti.” şeklinde bir yazı yazar. Ayılınca meseleyi öğrenen ünlü vezir Sahib İsmail, kendisinin Farabi ile görüşmesine engel olan bu hadiseye yıllarca hayıflanır.
Farabi ile ilgili olarak anlatılan bir başka menkıbeye göre ise; Farabi bir gün ilk defa Emir Seyfüddevle’nin sarayına hayatı boyunca üzerinden çıkarmadığı Orta Asya Türk kıyafetiyle gider. Emir kendisine oturmasını söyleyince Farabi, “Benim yerime mi, senin yerine mi diye sorar.Seyfüddevle “Kendine layık olan yere otur.” deyince Farabi, oradaki kalabalığı yarıp geçerek Seyfüddevle’nin yanına oturup onu yere düşürür. Bunun üzerine Emir, devlet büyüklerine, sadece kendi aralarında kullandıkları bir dille Farabi’ye soru soracağını belirtir ve cevap veremezse edebe aykırı davranan bu ihtiyarın saraydan atılmasını emreder. Konuşulanları anlayan Farabi, aynı dille Seyfüddevle’ye cevap verir. Emir hayretle “Sen bu dili biliyor musun?” diye sorar. Bunun üzerine Farabi ; “Ben yetmişten fazla dil bilirim” diye cevap verir.
Kaynaklarda kısa boylu, köse sakallı, zayıf nahif bir bünyeye sahip olduğu belirtilen Farabi’nin yaşadığı süre boyunca Orta Asya Türk kıyafetini üzerinden hiç çıkarmadığı yine kaynaklarda belirtilmiştir. Farabi’nin ayrıca maddi servete değer vermeyen, şöhret ve gösterişten nefret eden, ruh ve ahlak temizliğini her şeyin üstünde tutan bir zahit olduğu da bilinmektedir. Genellikle münzevi bir hayat yaşamayı seven Farabi hayatı boyunca hiç evlenmemiş ve mal mülk edinmemiştir.
III- FARABİ’NİN İÇİNDE YETİŞTİĞİ DÖNEMİN GENEL YAPISI
Bilindiği gibi Farabi’nin doğduğu Farab şehrini de içine alan Maveraünnehir veya Aşağı Türkistan bölgesine İslamiyet, Farabi’nin doğuşundan kısa bir süre önce yaklaşık olarak M.840 yıllarında girmişti. Buna bağlı olarak Farabi’nin atalarından ilk müslüman olan kişi, muhtemelen Vesiç Kalesi kumandanı olan babası Muhammed’dir. Bununla birlikte bölgenin o zamanki siyasi hakiminin Karluk Türkleri olduğu da bilinmektedir.
Tüm bunlara paralel olarak bu bölgelerin milattan önceki yüzyıllarda Türkleşmiş olduklarını söylemek doğrudur. Bilindiği gibi Maverraünnehir bölgesi 681-745 yıllarında Kutluk, bundan önce de 552-659 yılları arasında Göktürk Devleti’nin idaresi altında bulunmuş ve halkı büyük oranda Türklerden müteşekkil olan bir bölgedir. Bununla birlikte Türkler burada boylar halinde yaşamaktaydılar. İşte milattan önceki yüzyıllarda kesin olarak Türkleşmiş bu boylar Göktürklerin ifadesi ile “Kengeres Devleti’ni oluşturmaktaydı. İlk devirlerde merkezinin Taşkent olduğu sanılan Kengeres miladi V. Yüzyılda Farabi’nin vatanında bulunmaktaydı. Bu bölge Farabi henüz doğmadan Karluk Türkleri tarafından Beylik, Hanlık, Hakanlık şeklinde taksim edilerek idare edilmiş olan bu bölgede İslamiyetin çok süratle yayıldığı görülmektedir. Nihayet M. 932 yılında”Karahanlılar”adı ile, Farabi’nin vatanını da içine alan bu bölgede ilk büyük ve resmi “İslami-Türk Devleti” kuruldu.
İşte böyle bir ortamda dünyaya gelen Farabi’nin babadan itibaren müslüman olduğu, gerek doğup büyüdüğü, ilk eğitim-öğretimini aldığı yerler ve gerekse daha sonraki dönemlerde gezip gördüğü, inceleme ve araştırma yaptığı yerler itibariyle onun İslam kültürü içinde yetişmiş bulunduğu bilinmektedir. Göktürkler devrinden beri ticaret ve sanatla birlikte kültürleri de yükselmiş bulunan Maveraünnehir bölgesi şehirlerinde, İslamiyet’in yayılışı ile bağlantılı olarak birçok alim ve fikir adamı yetişmeye başladığı yukarıda belirtilmişti. İşte Farabi’nin bu devirde hemşehrisi İsmail Cevheri ile Arap dilinin Sihah adlı büyük eserini yazdığı kaynaklarda belirtilmektedir.Nitekim Zekeriya Kazvini: “Ne gariptir ki Türk beldelerinin en uzağında Farab şehrine mensup olan bu iki alim Arap dilinin üstadları oldular.” diyerek hayranlığını belirtmiştir.
Böyle bir durumda yetişen Farabi, felsefesinde de İslamiyet’in koyduğu hükümlere karşı bir harekette bulunmamış ve temel olarak İslamiyet’i ve Kur’an-ı Kerimi örnek almıştır. Farabi, kendi felsefe sistemini kurarken hemen her fikre ve her kaynağa el atmış fakat sonuç olarak verdiği her hükmün merkezini dini duygu ve düşünce oluşturmaktadır.Bununla birlikte Farabi, yer yer Kur’an-ı Kerim’in ifadelerini yorumlarken yer yer de Eskiçağ Batı ( Yunan ) filozoflarından etkilenmiştir. Kendisi özellikle Aristo’dan bir hayli etkilenmiştir. Tüm bunlara paralel olarak Farabi’nin eski Türk kültüründen de İslamiyet’e aykırı olmayacak şekilde yararlandığı belirtebiliriz. Nitekim Farabi’nin doğduğu yıllar göz önüne alınacak olursa bu yılların bölge için İslamiyet’in daha yeni sayılabilecek yıllar olduğu söylenebilir.Böylece burada henüz yeni müslüman olmuş gruplar içinde İslami heyecanın ne kadar yüksek olabileceği tartışılmazdır. Nitekim Farabi’de de bunu görmek mümkündür.
IV- FARABİ’NİN TÜRK EĞİTİM TARİHİNDEKİ YERİ
Felsefe ve diğer bilimlerde gösterdiği başarı ve görüşlerinin derinliği nedeniyle Aristo’dan sonra kendisine Muallim-i Sani denilen Farabi, Türk eğitim tarihinde ilk kez doğrudan eğitime ilişkin görüşler ileri sürdüğü bilinen düşünür olarak da tanınmaktadır. O, öğretimde yöntem konusunda, kolaydan zora gidilmesini istemiş, böylece eğitim tarihi ile alakalı olarak çok değerli bir görüş ortaya atmıştır. Farabi’ye göre en kolay incelenebilecek konular sayılar ve hacimlerdir. Yani; öğretimde ilk önce Aritmetik, sonra Geometri, daha sonra ise diğer konular incelenmelidir.
Bütün bunlarla birlikte o zaman dahi eğitim ile öğretimin arasında bir ayırım yapan Farabi, bu konuda şunları söylemektedir. “Öğretim, milletler ve şehirlerde nazari (kuramsal ) erdemleri var etme demektir. Eğitim ise, milletlerde ahlaki erdemleri ve iş sanatlarını var etme yöntemidir. Öğretim yalnız konuşmayla başlar. Eğitim, milletlerin ve şehirlilerin kendilerinde bu işleri yapma azmini tahrik etmek suretiyle, ameli (uygulamalı) durumlardan doğan işleri yapmakta alışkanlık yoluyla başlar; onlardan doğan huylar (melekeler) ve işler onları ruhlarına hakim olmalıdır ve onlara aşıkmış gibi yapılmalıdır. Azim, sözle veya işle ortaya konabilir.” Farabi’nin yaptığı bu ayrım esasta öğretimin kuramsal, eğitimin de davranış değiştirmeye ağırlık veren bir uğraşı anlayışına uygundur.
Bütün bunlara ek olarak Farabi’nin öğretmen ve öğrenci ilişkileri ile bunlara hitap eden görüşleri de son derece ilginç ve önemlidir. O, bütün insanların eğitilebileceğini belirterek “Yaratılış yönünden eksik olanlar, bir işte eğitildikleri zaman, üstün yaratılışlı olup da, o konu da eğitilmeyenlerden daha üstün olurlar” demektedir.Bununla birlikte üstün kabiliyette olanların kabiliyetlerine uygun olarak eğitilmelerini, bu yapılmadığı taktirde ise onların yeteneklerinin kaybolacağını belirtir. Yine kendisi öğretmenlik hakkında “Her insanın başkalarına ol gösterme gücü olmadığı gibi, başkalarını bu şeyleri yapmaya sevketme (liderlik) gücü de yoktur.” diyerek herkesin öğretmen olamayacağını belirtir.
Farabi yine eğitimle ilgili olarak üç tür eğiticiden bahsetmektedir. Bunlardan birincisi olan Aile reisi, aile içindekilerin, öğretmen, çocuk ve gençlerin, devlet başkanı da milletin eğitimcisidir. Bunlardan ilk ikisi, eğittiği kişilerden bazılarının huyunu yumuşaklıkla ve inandırma ile bazılarının huyunu da zorla şekillendirir. Hükümdarın davranışı da tıpkı böyle olmalıdır. Yalnız onun işi daha zordur. Çünkü;milletin eğitilmesi için beceriye ihtiyaç vardır.
Farabi’nin eğitim tarihine yapmış olduğu en önemli katkılardan birisi de yapmış olduğu İlimler Tasnifi’dir. Bu tasnif, Farabi’nin ilim ve metot anlayışının yanı sıra onun dünya görüşünü de yansıtması bakımından önemlidir. Kendi dönemindeki ilimlerin tasnifini eserlerinde belirten Farabi, her ilmin tanımını, teorik ve pratik açıdan değerini belirterek eğitim ve öğretim açısından önemlerine işaret etmiştir. Önce ilimleri beş ana başlık altında bölümlere ayırmış olan Farabi, sonra da her ilmin kapsamındaki diğer ilimleri sıralamıştır. Farabi’nin İlimler Tasnifi şu şekildedir:
a- Dil: Sarf, nahiv.
b- Mantık: Sekiz kitaptan müteşekkildir.
c- Matematik: Aritmetik, geometri, optik, astronomi, müzik, mekanik.
d- Fizik ve Metafizik: Aristo’nun tabiat ilimleri alanındaki sekiz kitabıdır.
e- Medeni İlimler: Ahlak, siyaset, fıkıh, kelam.
Farabi’nin özellikle kendisine örnek aldığı Aristo’ya ve el-Kindi’ye göre daha kapsamlı bir tasnif yaptığı görülmektedir. Nitekim Aristo ilimleri teorik, pratik ve poetik olmak üzere bir nevi üçlü tasnif yaparken, el- Kindi ise ilimleri beşeri ilimler ve dini ilimler olarak ikiye ayırmıştır.
Farabi eğitim ve bilim yaptığı değerlendirmelerden sonra ise öğrencilere bir takım tavsiyelerde bulunmuş ve şöyle söylemiştir: “Öğrenci gerçeğe ulaşabilmek için her şeyden önce haz ve şehvet duygusunu yenerek ahlakını düzeltmeli, sağlam bir iradeye sahip olabilmek için zihni melekelerini geliştirip güçlendirmeli, hırs derecesinde bir istekle sürekli çalışmalı, başlıca meşguliyetleri ilim olmalıdır.” demektedir.
V- FARABİ’NİN İLMİ ŞAHSİYETİ, FİKİRLERİ VE FELSEFESİ
İslam dünyasında ilk defa el- Kindi’nin başlaştığı Meşşai akıma ve felsefi harekete, kendi inanç ve kültürünün temelini oluşturan uluhiyyet, nübüvvet ve mead akidesinin yanı sıra Eflatun ve Yeni Eflatunculuktan aldığı bazı unsurları da katarak yeni bir sistem kuran Farabi, kendisine “Sen mi daha bilgilisin, Aristo mu?” diye soranlara, “Eğer Aristo’ya yetişseydim onun en seçkin talebelerinden olurdum.” diyerek mütevazı bir cevap vermiştir. “Sürekli damlayan su taşı deler” özdeyişinden hareketle başarının sırrını belirli bir konunun üzerinde yoğunlaşmada gören Farabi, Aristo’ya ait olan Sema’u’t-Tabi’i (Fizika) adlı kitabın kenarına kesretten kinaye olarak “Ben bu kitabı kırk defa okudum, fakat yine de okuma ihtiyacı hissediyorum.” diye yazmıştır.
Yine o devrin büyük ansiklopedi ve biyografi yazarlarından olan İbnü’n-Nedim, “mantığı ve eski bilimleri iyi bilen” bir insan olarak zikrettiği Farabi’yi “Aristo kitaplarının açıklayıcısı ve yorumlayıcısı diye tanıtır. Daha sonraki yüzyılların biyografi yazarı olan İbnü’l-Kıtti, Farabi’nin filozof olduğunu, öteki filozofları geride bıraktığını, gerçek felsefeyi ortaya koymada onları kat kat aştığını belirtir. İbn Ebi Usaybia ise; “gönlü temiz, zekası kuvvetli” diye tanıttığı Farabi’yi “mükemmel, faziletli, önder bir filozof” olarak vasıflandırarak, onun felsefe ilimlerini sağlam yerine oturttuğunu, matematikte ise üstün bir mevkie sahip olduğunu açıklamaktadır. Bütün bu övgü dolu sözlerin yanı sıra Farabi’yi eleştiren ve onun aleyhinde söz söyleyenler de çok olmuştur. Mesela İbn Teymiye’ye göre; Farabi birbirine zıt görüşleri olan bir filozoftur. Bununla birlikte Farabi’ye en çok ve ağır eleştiriler yönelten alim Gazzali olmuştur. Gazzali, “İslam dünyasında felsefeden en iyi anlayan, İlkçağ Batı ve özellikle de Aristo felsefesini en iyi bilen” kişi olarak tanıttığı Farabi’ye ağır eleştiriler yöneltmiştir. Aristo’nun metafizik alanındaki fikirlerinin sapık olduğunu belirten Gazzali, Aristo’yu benimsemekle Farabi’nin de küfür yoluna sapmış olduğunu belirtmiş ve Gazzali’nin bu konudaki fikirleri, İslam dünyasında büyük yankılar uyandırarak İslam toplulukları içinde asırlarca Farabi’ye kuşku ile bakılmasına sebep olmuştur.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Farabi, birçok ilimle meşgul olmuş ve birikimlerini eserlerine yansıtmıştır. Bununla birlikte Farabi en büyük başarısını mantık alanında göstermiştir. Farabi, mantığın her bölümü için ayrı müstakil eserler yazmış ve kendinden sonraki nesiller zengin bir literatür bırakmıştır. Buna ek olarak Farabi, yaptığı bir taksimle mantığı “tasavurat” (kavramlar) ve “tasdikat” (hükümler) olmak üzere ikiye ayırmıştır ki bu yaklaşım Aristo’da görülmemekte ve Farabi’nin ortaya attığı bir fikir olarak geçerlilik olarak değer kazanmaktadır. Nitekim Farabi tarafından ortaya atılan bu fikir Farabi’den sonra İslam dünyasında yazılan bütün mantık kitaplarında uygulanan bir sistem olmuştur. Bununla birlikte Farabi, mantık ile dil arasında da çok yakın bir bağlantı olduğunu belirtmiş ve ikisinin birbirinden ayrılamayacağını belirtmiştir. Nitekim ona göre; dil bilgisi hatasız konuşmanın, mantık da doğru düşünmenin kurallarını vermektir. “Dil bir dış konuşma ise mantık da bir iç konuşmadır. Bir başka deyişle dilin lafızlarla olan ilişkisi ne ise mantığın kavramlarla olan ilişkisi de odur. Gramer bir milletin diliyle ilgili kuralları içerirken mantık bütün insanlığın düşüncesine ait kanunları ifade etmektedir.Nitekim gramer bilmeyen hatasız konuşamaz, mantık bilmeyen de her zaman doğru düşünemez.
Farabi’nin felsefesi ise varlığın ilkesini manevi saymakla birlikte geometri ve mantığı temel alan, fizikten geçerek metafiziğe yükselen bir sistemdir. Farabi’ye göre felsefe, varlık olarak varlığın bilgisidir, yani bütün kainatı önümüze seren ve her şeyi kuşatan külli bir ilimdir. Bundan dolayı Farabi “Filozofun yapması gereken şey kendi gücü ölçüsünde Allah’a benzemektir.” demiş ve filozofun en son amacının kendisinin, ailesinin ve ülkesinin ahlaki durumlarını düzeltmek olması gerektiğini belirtmiştir.
İslam dünyasına birçok katkısı olmasına rağmen ünü İbn-i Sina’dan daha az yayılan Farabi felsefe haricinde diğer bilimlerle de meşgul olmuştur. Farabi’nin felsefe dışında uğraştığı en önemli bilim dallarından birisi de astronomidir. Astronomi de yıldızlardan geleceğe ait hükümler çıkarmak gayretlerinin yersizliğini açıklayan Farabi’ye göre, gökyüzü varlık ve hadiselerden insanların akıbetlerini keşfetmek mümkün değildir: Arz ile güneş arasına Ay’ın girmesi ile vaki olan güneş tutulması gibi bir gök hadisesinin yeryüzünde mesela bir hükümdarın ölümü ile bağlantılı olduğunu sanmak “aceb’ül-acaib” (saçmaların saçması) bir şeydir. Farabi’ye göre her hadisenin bir sebebi vardır. Tesadüfler ise bizim sebebini bilmediğimiz hadiselerdir.
Farabi’nin felsefe ile dini uzlaştırma konusunda açtığı çığır kendinden sonra birçok kişi tarafından örnek alınmış ve batı Hıristiyan felsefesine önemli etkileri olmuştur. Nitekim Farabi’nin insanlığa etkide bulunan görüşlerinden bir tanesi de “hürlük” hakkında yaptığı değerlendirmedir. Nitekim Farabi hürriyeti şöyle ifade etmektedir: “Doğru düşünen ve düşündüğünü yapmak iradesine sahip olan bir insan hürdür. Hem doğru düşünmüyor,hem iradeden mahrum bulunuyorsa behimi (hayvan gibi)’dir. Doğru düşünüp de iradesi yok ise o, köledir. İlim ve felsefe ile meşgul kimselerden bazıları kölelikte öteki insanlardan geri kalmazlar. Bunların bilgilerinden fayda gelmeyeceği gibi, kendileri de diğer ilim erbabı için utanç sebebi olurlar.
Görüldüğü gibi felsefe, mantık, astronomi ile ilgilendiği anlaşılan Farabi’nin bunlara ek olarak tıp ile de ilgilendiği bilinmektedir. Nitekim Farabi’yi hekimler arasında saymak mutaddır. Fakat kayıtlarda kendisinin hekimliği ile alakalı bir kayıt ya günümüze kadar gelmemiştir yahut da bu konu ile alakalı kayıt bulunmamaktadır. Kaynaklar Farabi’nin doğrudan doğruya tıbba dair eserleri olduğunu zikretmediği için, onun hekimliği ile ilgili rivayetlerin eski çağların meşhur hekimi Calinus ile Aristo’nun ihtilafları ile kendi döneminin filozofu Abu Bakr al-Razi’ye karşı olan fikirlerinden dolayı, risaleler ile itirazlarından dolayı ortaya çıkmış olması muhtemeldir.
Farabi’nin tüm bu bilim dallarına ek olarak en çok uğraştığı ve başarıya ulaştığı bir alan ise müziktir. Şarkta ve garpta müzik üstadı sayılan Farabi, aynı zamanda İslam musikisinin kurucusu ve en büyük siması olarak tanınmaktadır. Bununla birlikte müzik görüşleri ile Batı dünyasına da etkide bulunan Farabi’yi ünlü fikir adamı Roger Bacon Batlamyus ve Öklid ile birlikte zikretmiştir. Farabi’nin musiki ile ilgili görüşlerine değinecek olursak onun doğduğu ve büyüdüğü Türkistan muhitinin müzik tesirlerinden yaralandığı görülür. Musikiye ait eserlerinde, riyaziyeci ve fizikçi sıfatıyla, ilk defa, ses ve musikinin fiziki ve fizolojik esaslarını meydana koyan Farabi, kendi zamanında da çalgılar hakkında etraflıca tetkiklerde bulunmuştur. Onun ilim ve felsefenin yanı sıra musikide de bu kudreti kazanmasının bir sebebi de yalnız nazariye değil ameliyede de bir üstad oluşudur. Nitekim piyanonun ilk şekli sayılan kanun da Farabi’nin icat ettiği bir çalgıdır. Farabi’nin müzik ile uğraşması bu konuda ortaya bazı rivayetlerin çıkmasına da zemin hazırlamıştır. Nitekim bir rivayete göre; Farabi, Şam’da Hamdani hükümdarı Seyfüddevle’nin huzuruna, daima olduğu gibi, üzerinden hiç çıkarmadığı Orta Asya Türk kıyafetiyle ve çok mağrur olarak girer. Seyfüddevle; Farabi’ye musiki bilip bilmediğini sorar. Bunun üzerine konuşmaya başlayan Farabi’den hiç işitmedikleri hakikatleri duyunca hayrette kalır ve not tutmaya koyulurdu. Farabi bununla birlikte sarayda çıkardığı musiki makinesini kurar ve meclistekileri güldürür, aletini söküp başka tarzda tekrar kurar bu sefer herkes ağlar ve bir daha aynı ameliyeyi yapınca herkes uyur imiş. Bütün bunlara ek olarak müziğe yaptığı katkılar nedeniyle kendisi hakkında böyle güzel rivayetlerin çıkmasına neden olan Farabi’nin rebab adlı müzik aletinin tellerini taksim ederek bu aleti uda yaklaştırdığı ve böylece müzik alanında da haklı bir şöhrete kavuştuğu belirtilebilir.
VI- FARABİ’NİN ESERLERİ
Farabi’den geriye büyük küçük yüzden fazla eser kalmıştır. Zamanla çeşitli araştırmalara konu olan bu eserlerin bir kısmı Latince, İbranice, Türkçe, Farsça, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca ve Rusça’ya tercüme edilmiştir. Fakat yine de klasik kaynaklardan modern araştırmalara kadar gerek bu eserlerin sayısı gerekse isimleri üzerindeki tereddütler ve ihtilaflar giderilebilmiş değildir. Bununla birlikte Farabi’nin en az yüz eseri olduğu bilinmektedir. İbrahim Kafesoğlu gibi bazı tarihçiler eserlerin 140’tan fazla olduğunu belirtirken diğer bazı tarihçiler 110 ile 120 arasında olabileceğini belirtmişlerdir. Farabi’nin günümüze kadar gelen eserlerinden en önemlileri ise şunlardır:
El-Medinetü’l Fazıla: Farabi’nin Bağdat’ta iken telifine başladığı, Şam’da tamamladığı ve Mısır’da gözden geçirerek tekrar düzelttiği bu eser onun felsefi görüşünü ana hatlarıyla ortaya koyan en olgun eseri sayılmaktadır. Günümüze kadar 15’ten fazla baskısı yapılan bu eseri Nafiz Danışman ve Ahmed Arslan Türkçe’ye çevirmiştir.
Es-Siyasetü’l Medeniyye: Farabi’nin hayatının sonlarına doğru kaleme aldığı bu eserin bölüm ve konu başlıklarının tam olarak tespit edilememesinden dolayı çok sistematik olmadığı bilinmektedir. Aynı zamanda bu eseri Mehmet Aydın, Abdülkadir Şener ve Rami Ayas Türkçe’ye çevirmiştir.
İhsanü’l ‘Ulum: Farabi’nin en başarılı olduğu alanlardan İlimlerin Tasnifi’ne dair yayımladığı eseridir. Latince, İbranice, Almanca, Fransızca, İngilizce, İspanyolca gibi dillere çevirisi yapılan bu eseri Türkçe’ye Ahmet Ateş İlimlerin Sayımı adı ile tercüme etmiştir.
Tahsilü’s-Saade: Bu eser ise Farabi’nin içtimai, siyasi ve ahlaki problemleri bir arada işlediği eseridir. Eser Hilmi Ziya Ülken ve Kıvamüdin Burslan tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. Buna ek olarak Hüseyin Atay “Mutluluğu Kazanma” başlığıyla tercüme ederek Farabi’nin Üç Eseri adlı kitabında bir bölüm olarak yayımlamıştır.
Fusulü’l-Medeni: Farabi’nin başta siyaset ve ahlak olmak üzere çeşitli meselelere dair görüşlerinin kısa fasıllar halinde ifadesinden ibaret olan bu eseri Hanifi Özcan, Türkçe’ye çevirmiştir.
Felsefetü Aristotalis: Aristo’nun ahlak ve siyaset dışındaki eserlerinin bir kritiği şeklindeki bu eser yine Hüseyin Atay tarafından Türkçe’ye çevrilerek Farabi’nin Üç Eseri içinde yayımlanmıştır.
El-Musika’l-Kebir: Farabi’nin musikiye dair yazdığı bu eseri iki bölümden oluşmaktadır. Bazı yazarlar Farabi’nin aynı isimli başka bir eserinin daha olduğunu belirtmektedirler. Eser Gattas Abdülmelik Haşebe tarafından neşredilmiştir.
VII- SONUÇ
Türk-İslam dünyasının yetiştirmiş olduğu en büyük alimlerden birisi olan Farabi, yaşadığı süre boyunca ve sonraki yüzyıllarda adı hayırlarla anılan bir alim ve mütefekkir olmuştur. Bir çok devlet başkanının ve ünlü alimin meclislerine davet edilen Farabi, kendini ilim dünyasına kabul ettirmiş ve eserleri okunan bir kişi olmuştur. Bunun yanı sıra onun kazandığı ünden dolayı eserleri birçok dile çevrilmiş ve Avrupa üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. Kendinden sonraki yüzyıllarda bile fikirleri değerlendirilen bir ilim adamı olan Farabi; müzikten astronomiye, fizikten metafiziğe, tıptan felsefeye ve mantığa kadar pek çok ilimle meşgul olmuş ve kendinden geriye 100’den fazla eser ile pek çok değerli görüş ileriye sürmüştür.
Özellikle Aristotales’in fikirlerini en iyi bir şekilde yorumlayarak İslam dünyasına kazandıran Farabi, bununla birlikte İbn-i Sina’dan daha az tanınmış ve onun gölgesinde kalmıştır. En büyük başarısını mantık alanında gösteren Farabi, bununla birlikte İslam dünyasına felsefeyi getiren filozof olarak da tanınmaktadır. Bununla birlikte Farabi için Türk-İslam muhitlerinde birçok efsane anlatılmıştır. Özellikle onun hayatı boyunca üzerinden Orta Asya Türk kıyafetini hiç çıkarmadığı bir ibret timsali olarak anlatıla gelmiştir.
Farabi ile ilgili diğer yazılar için : http://www.tarihonline.com