HİCAZ’DA OSMANLI HAKİMİYETİ

Hicaz’da Osmanlı Hakimiyetinin Kurulması : Hicaz’da Osmanlı hâkimiyeti, Osmanlı’nın bölgede uyguladığı idare politikaları açısından iki döneme ayrılarak incelenebilir. Birinci dönem; Osmanlı Devleti’nin siyasi ve idari açıdan güçlü olduğu dönemdir.

Bu dönemde Osmanlı idare sistemi âdem-i merkeziyetçi bir yapı arz ettiğinden dolayı, bölgedeki Osmanlı hâkimiyeti önemli ölçüde semboliktir ve merkezi yönetimin etkisi çok az hissedilmektedir. 1517-1840 arası dönemi bu şekilde niteleyebiliriz. İkinci dönem; Osmanlı Devletinin zayıflamaya başlaması ve Avrupalı güçlerin bölgeye olan ilgilerinin artması (Kürkçüoğlu, 1982:10) ile başlar. 1840–1917 arası dönemde gerek bu ilginin gerekse Batı ulus-devlet sistemi model alınarak yapılan reformların etkisiyle Osmanlı Merkez yönetiminde bölgeye yönelik merkezileştirme politikaları uygulanması yönündeki eğilim güçlenmiştir (Somel, 1995:598).

A. Hicaz Eyaleti’nde Osmanlı Hakimiyetinin Kurulması ve Şerifler

Hicaz bölgesini yöneten ve Hz. Hasan’ın soyundan gelen Haşimi Mekke emirleri Hicaz bölgesini bin yıla yakın bir zamandan beri yönetmek suretiyle bölge halkı ve bedevi kabileler üzerinde nüfuz sahibi idiler. Bunlar tamamen özerk olmayıp çoğu zaman Mısır’da kurulan devletlerin nüfuzu altına girmişler ve o devletlerin hükümdarları adına hutbe okutmuşlardır. Katade bin İdris’in emirliği zamanında Eyyubiler Mısır, Suriye ve Yemen’e sahip ve hakim oldukları sırada Mekke ile Medine’yi şeriflerin idaresinde olarak tanımışlardır. Eyyubiler’den sonra gelen Memluk Devleti de ve nihayet Osmanlılar da kendi hakimiyetleri altında olarak aynı ailenin Hicaz emirliğini tanımışlar ve kendilerine emirliklerini kabul ve tasdik yollu berat göndermişlerdir (Uzunçarşılı, 1972;16).

916-950 arasında Mekke’yi işgal eden Karmatiler’in çekilmesinden sonra Mekke’de güçlerini artıran Haşimiler (Kurşun, 1997:412), 1037 yılında Haşimi ailesinden olan Muhammed el-Alavi’nin önderliğinde Hicaz bölgesinin bağımsızlığını ilan ettiler. 1174 yılına kadar bağımsız kalan Haşimiler bu tarihten sonra Mısır’da kurulan güçlü Eyyubi devletinin egemenliğine girdiler ve Emirlik kuzeye ve güneye doğru genişledi. Mekke, daha sonra Osmanlı yönetimine girinceye kadar yaklaşık dört yüz yıl, Şerif ailesinin idaresinde kaldı (Baker, 1979:2). Şerif ailesinin Mekke’de köklü bir otoritesinin bulunduğu ve bunun Osmanlı hakimiyeti ile herhangi bir değişikliğe uğramadığı görülmektedir.

16. yüzyılın başlarında bugün Ortadoğu diye adlandırdığımız bölgede üç büyük Müslüman güç vardı: Osmanlılar, Safeviler ve Memlükler. Bu güçler arasındaki mücadele Araplar’ın yaşadığı bölgelerde egemenlik kurarak birbirlerine karşı İslam dünyasında üstün duruma gelmek içindi ve bu mücadeleden Osmanlı Devleti galip çıkarak bundan sonraki dört yüzyıl boyunca Arap coğrafyasını egemenliği altında tutan güç oldu (El-Kurd, 1963:17). Hicaz’ı kontrol etmesi Osmanlı Devleti’ne İslam dünyasında büyük prestij kazandırmıştır. Arap topraklarını kontrol etmesi de Portekizlerle yürütülen mücadelede Osmanlı’ya büyük avantaj sağlamıştır. Daha sonraki yüzyıllarda bölgesel mücadele büyük oranda sona ermiştir. Bölgedeki rekabet ise rakiplerin değişmesiyle daha da şiddetlenerek Osmanlı’nın Arap topraklarını daha sıkı kontrol etme yönünde bir politika benimsemesine yol açmıştır.

Sultan Selim’in Memluk Devleti’ne son vermesiyle birlikte Suriye (1516) ve Mısır (1517) toprakları Osmanlı egemenliğine girdi. Sultan Mısır’dayken, Mekke Şerifi Ebu’l-Bereket ona oğlunu ve bir temsilcisini gönderdi ve kendisine bağlılığını bildirerek kutsal yerlerin anahtarlarını sundu. Mekke ve Medine’nin Osmanlı hakimiyetine girmesiyle Hadim’ül-Haremeyn unvanını da alan Osmanlı Sultanları’nın Müslümanların Halifesi olarak itibarları daha da arttı (Antonious, 1969:19; Fargo, 1969:1) ve bu durum Osmanlı Devleti’nin Yeni Çağ döneminin bir numaralı İslam imparatorluğu haline gelmesini sağladı. Bu ziyaret esnasında Yavuz Sultan Selim emirin oğluna, Ebu’l-Bereket’in Mekke’deki emirlik görevine devam edebileceğin gösteren menşur-ı emaret verdi. (De Gaury, 1951;124). Kendisine Mısır hazinesinden maaş bağlatarak Haremeyn ahalisine 200.000 altın ile külliyetli miktarda erzak gönderdi (Kurşun, 1997:413).

Yavuz Selim’in Arabistan’ı Osmanlı hakimiyeti altına almasından sonra Cidde’ye bir Osmanlı Paşası vali olarak atandı ve bazı zamanlarda Mekke, Medine, Cidde ve diğer şehirlerde Küçük Osmanlı Garnizonları bulunduruldu. İstanbul’dan, Mekke ve Medine’ye nadiren devlet memuru gönderilirdi. Yani Hicaz’da, Osmanlı gücü adem-i merkeziyetçi olmuş ve yerel otoriteler oldukça bağımsız davranabilmişlerdir (Vasiliev, 2000:59)

Osmanlı İmparatorluğu’nda, Mekke emiri olan şerif, vefat eder veya azil yahut istifa ile makamı boşalırsa yerine tayin olunacak yeni emir ve şerifler, Mekke kadısı ile Mısır, Şam ve Cidde valilerinin görüşlerine de başvurularak Padişah tarafından tayin edilirdi. Eğer Şerifler arasında emirin seçilmesinde uzlaşma sağlanamazsa hükümet valilerden ve Mekke kadısından gelen görüşleri nazarı dikkate alarak iki adaydan birini tercih ederdi (Uzunçarşılı, 1972:16). Osmanlı İmparatorluğu emirlerin özerkliğine bölgedeki istikrarı tehlikeye sokacak durumlar haricinde pek müdahalede bulunmazdı. Bu Osmanlının güçsüzlüğünden ziyade adem-i merkeziyetçi bir yönetim anlayışı benimsemiş olmasından ileri gelmektedir. Ayrıca, Buradaki Osmanlı idaresinin ilk yıllarında Hicaz eyaleti Mısır valilerinin nüfuzu dairesindeydi. Fakat buradaki asıl etkili yöneticiler Şerifler idi. Ayrıca, Suriye ileri gelenlerinden olan ve daha sonra Şam Valisi olan Emir’ül-Hac da bu bölgede etkili olan başlıca yetkililerdendi (Kayalı, 1997:144).

Osmanlı hakimiyetinin ilk yüzyıllarında, merkezi idare’nin Hicaz’a olan ilgisi Mekke ve Medine’nin korunması ve Hac yolunun güvenliğini sağlamaktan ibaretti. Durum böyle olunca Hicaz bölgesindeki Şeriflerin otoritesine dokunmadılar. Bu da Şeriflerin bölge halkı ve Bedevi kabileleri üzerindeki etkinliğini artırdı (Amr, 1978:4). Şerif Hüseyin İsyanı’nın dayandığı temel grup olan Bedevi kabileler üzerinde Mekke emirinin tarihten gelen bir nüfuzu bulunmaktadır.

Genelde sakin ve kendi halinde bir bölge olup Osmanlı Devleti’nin maddi yardımlarına büyük oranda bağımlı olan Hicaz Bölgesi 18. yüzyılın ikinci yarısında Necid Bölgesinde Vahhabi hareketinin ortaya çıkması ve bunların 1803-05 yıları arasında Hicaz’ı işgal etmeleri üzerine, yeniden Osmanlı İmparatorluğu’nun gündemine girmiştir. Mekke ve Medine’deki kutsal yerleri yağmalayan ve Hac yolunun güvenliğini ortadan kaldıran Vahhabiler, 1813 yılına kadar Hicaz bölgesinde hükmettiler. Bunlar uzun mücadeleler sonucunda Mehmet Ali Paşa tarafından buradan çıkarıldılar (Kurşun, 1998:24-60).

Bu tarihten sonra Mehmet Ali Paşa’nın Hicaz Bölgesi’nde etkili olduğu, Şeriflerin atanmasında ve görevden alınmasında belirleyici olduğu bilinmektedir. Kutsal toprakları Vahhabi tasallutundan kurtardığı için Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa’ya, Hicaz eyaletinin yönetimi verilmiş ve Hicaz bir nevi Mısır’ın vesayetine girmiştir (Kurşun, 1999:320). 1840 yılına kadar Bölgede etkili olan Paşa, bu tarihten sonra İngiliz ve Avusturya donanmalarının tehdit ettiği Mısır’ı korumak için kuvvetlerini burada topladı ve Saray’la bir anlaşma yaparak Hicaz’dan çekildi (Kelly, 1965:350-381).

 

B. Yönetimde Modernleşme ve Hicaz Eyaleti/Vilayeti

 

Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı’ya nazaran inhitatı ve üst üste gelen yenilgiler ve toprak kayıpları, Osmanlı yöneticilerini Devlet’in gerilemesini durdurmak için çareler aramaya yöneltti. Bu arayışlar sonucunda Osmanlı İmparatorluğu gibi çok milletli bir toplumu Batı’nın ulus-devlet modeline göre yeniden örgütlemeyi amaçlayan düzenlemelere gidildi (Mardin, 1991:175-207). Genelde Osmanlı İmparatorluğu’nda, özelde Arap vilayetlerinde ve Hicaz’da yapılan idari düzenlemelerin temelinde yatan muharrik unsur bu şekilde Batı’nın sistemini devşirerek onun seviyesıne çıkma gayretidir.

Mehmet Ali Paşa’nın Hicaz’dan çekilmesini bu eyalette yeniliklerin uygulanması için bir fırsat bilen Osmanlı yöneticileri, 1841 yılından sonra Hicaz eyaletinin yönetimini yeniden düzenledi. Ordunun ve Cidde gümrüğünün kontrolü Vali’ye verilirken şehirlerin geri kalan idari işleri Emir tarafından yerine getirildi. 1844 yılında Vali ile Emir arasında idari işlerde yeni bir taksim yapıldı ve Bedevilere karşı yolların güvenliğinin sağlanmasıyla kutsal şehirlerin korunmasının işbirliği ile yerine getirilmesine karar verildi (Ochsenwald, 1984:134). Vali’nin Hicaz’da yetkilerinin artmasıyla birlikte idari anlmada belirsizlik ve çift başlılığın ortaya çıktığı görülmektedir.

1859-1882 arasında Hicaz vilayetinde siyasi güç ve liderlik Mekke emirlerinin elindeydi ve dini prestijlerinden kaynaklanan güçleri devam ediyordu. Hicaz halkının gözünde saygın bir konumları vardı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun desteği devam ediyordu. Bunun yanında, İstanbul’daki bazı problemler merkezi idarenin Hicaz’da merikezin gücünü tahkim etmeye yönelik eylemlerinin önüne geçmesi (Ochsenwald, 1984:153), bu eyalet/vilayette çift başlı bir yönetimin getirdiği bir takım problemlerin yaşanmasının önüne geçmiştir.

Bu konu ve diğer tarihi konular hakkında www.tarihonline.com adresinden daha geniş bilgiler alabilirsiniz.

“HİCAZ’DA OSMANLI HAKİMİYETİ” üzerine bir yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.