Osmanlılarda Veziri Azam ve Vezirler hakkındaki çalışmamızı paylaşıyoruz. Bilindiği gibi Osmanlılarda Devlet işlerini idarede padişaha vekalet eden hükümet reisine, vezirin bir olduğu zamanda yalnız ve sayısı artınca diğerlerinden ayırmak için vezir-i azam denilmiştir. Şimdi bu konu üzerinde duralım.
Veziriazamdan başka sadr-ı ali, sahib-i devlet, zat-ı asafi, vekil-i mutlak vesaire gibi bilmünasebe (sırası gelince) söylenen tabirler var ise de bunlar esas elkabdan değillerdir.
Osmanlılara bu müessese Selçuklulardan intikal etmişse de ilk dönemlerde bu görevle Memlükler’de ve İlhanlılar’da olduğu gibi ilmiye sınıfından yetişenler tayin edilmiştir. Mesela Orhan Bey zamanında Alaaddin Paşa , Ahmet Paşa b. Mahmut , Hacı Paşa ve Sinaneddin Yusuf Paşa ilmiye sınıfından vezirliğe getirilmiştir. Aynı şekilde Çandarlı Kara Halil ile oğulları da kadıaskerlikten vezir olmuşlardı.
Osmanlı devletinin ilk veziri Alaaddin Paşadır. Daha sonra ise Ahmet Paşa , Hacı Paşa ve Sinaneddin Yusuf Paşa takip etti .Yusuf Paşa Orhan Gazinin son, I. Murat’ın ilk veziriydi. Daha sonra ise Çandarlı Kara Halil tayin deilmiştir. Orhan Gazi zamanında tek vezir vardı. I. Murat döneminden başlayarak vezir sayısı artmış ve böylelikle birinci vezire “vezir-i azam” ismi verilmiştir. Tarihlerde ifade edildiğine göre ilk vezir-i azam Çandarlı Halil Hayrettin Paşadır. Vezirler Divan-ı Hümayun’da Kubbealtı’nda toplanıp kendilerine verilen işlere baktıkları için Kubbe veziri veya Kubbe nizin adını almışlardı. Divan-ı Hümayun’un azası olan Kubbe vezirlerinin sayısı yediye kadar olabilirdi. Rumeli beylerbeyliğine yükselen vezirler terfi ederlerse kubbe veziri olurlar ve en yetkisiz sayılırlardı. Kubbe vezirleri terfi ederek ikinci vezir olurlar ve ordanda vezir-i azamlığa yükselirlerdi. Kubbe vezirleri mühim konularda reylerini bildirip, davalar fazla olduğu zaman onları dinleyip sadr-ı azama yardım ederlerdi. Bu vezirlerin sayısı XVIII . yüzyıldan itibaren iki ile üç arasına sonraları da bire indirilmiş ve 1731 tarihinden itibaren artık kubbe vezirleri tayin edilmez olmuştur.
Padişahlık gibi vezirlik de bazen bir ailenin tekeline geçip o ailenin uzun süre vezirlik yaptıklarına da şahit oluyoruz. Buna Çandarlı ve Köprülü ailelerini örnek olarak verebiliriz. Nitekim Çandarlılar, kadıaskerlikten vezir-i azamlığa geçmek suretiyle yetmiş yıl süreyle bu görevde kalmışlardır. Vezirlerden çok fazla güç kazanıp devletin idaresini eline almak için padişahlarla çatışanlar da olmuştur. Yine Çandarlı ailesi bu görevde o kadar güçlenmişti ki padişah seçimine bile karar verir hale gelmişlerdi. Böylece tahtı kendi rızası ile oğluna bırakan II. Murad’ı tekrar tahta geçirmişlerdi. II. Mehmed’in tahta ikinci kez geçişi (1451) ve akabinde İstanbul’un fethine müteallik, kendisini kontrol altına almak isteyen ve devletin politikasına çıkarları doğrultusunda yön vermek isteyen Çandarlı Halil Paşa’yı vezir-i azamlıktan uzaklaştırdı. Halil Paşa’nın uzaklaştırılmasından sonra yeni düzenlemelerle Türkmen beylerinin iktidarlarına son verilmiş olup bu tarihten sonra bir-iki istisna hariç XVIII. Yüzyıla kadar bu makama devşirmeler getirilmiştir.
Fatih’in bu düzenlemesiyle “meydan devşirmeden yetişmiş olanlara kalmış ve bundan sonra tam manasıyla Osmanlı saltanatı başlamıştır. Nitekim Fatih, vezir-i azamların yetkisini arttırarak onu devletin en yüksek amiri yapmış, öte yandan da hükümdar karşısında hiçbir yetki vermemekle merkezi idareyi kuvvetlendirmiştir.
Yukarıda zikrettiğimiz kubbe vezirleri Kanuni’den devrinden itibaren bazı mühim eyaletlere vali olarak vezirler tayin olunmaya başlanmıştır. Böylece ilk defa Mısır’a Çoban Mustafa Paşa tayin olunmuştur. Bundan sonra Bağdat, Budin, Yemen ve Tebriz gibi mühim eyaletlere vezirler tayin olunmuştur. Ayrıca Yeniçeri ağalarına vezaret verildiği gibi XVI. Yüzyılın sonlarından itibaren Kaptan Paşalara da bu rutbe ihsan edilmiştir. XVII. Yüzyıldan itibaren sayıları büsbütün artmış ve beylerbeyilere mahsus olan bir çok eyaletler bunlara tevcih edilmeye başlanmıştır. İstanbul’da Kubbealtı’nda bulunan vezirler dahil vezirler, eyaletlerde bulunan vezirler ise hariç vezirler diye anılırlardı.
XVI. asır sonlarına kadar vezirliğe genellikle güçlü, dirayetli ve devlet tecrübesi olanlar tayin edilmiş, dirayetli vezirlerin seçiminde ve atanmasında padişahın kararlılığı ve şahsiyeti çok önemli rol oynamıştır. Daha sonraki dönemlerde ise gittikçe artan ve karmaşık bir hal alan devletin idaresine bu yükü taşıyamayan şahısların tayin edildiği görülmektedir. Yine de her dönemde mutlaka muktedir ve basiretli sadrazamlar da olmuştur. XVII. yüzyılda Kemankeş Kara Mustafa Paşa, Köprülü Mehmed ve Fazıl Ahmed Paşalar, XVIII. asırda Şehid Ali Paşa, Nevşehirli İbrahim Paşa, Koca Ragıb Paşa, Halil Hamid Paşa zikredilebilir.
Kanuni Sultan Süleyman devrine kadar kullanılan vezir-i azam tabiri yerine, bu dönemden itibaren sadr-ı azam tabiri kullanılmaya başlandı. Bu tabiri ilk defa II. Mahmud 1838 de terk ederek yerine başvekil ünvanının kaim (yerine geçmek) olmasını emretmiş, 1839’da bu hükümdarın vefatından sonra gene sadr-ı azam tabiri avdet etmiş, 1878 yılında tekrar Başvekalet ünvanı ihdas olunmuş, aynı yıl terk edilmiş, 1879 da yine kabul edilerek 1882 senesinde kati şekilde sadr-ı azam tabirine dönülmüştür.Bu tabir son Osmanlı sadr-ı azamı Tevfik Paşa’nın istifası ile sona ererek tarihe mal oldu.